Dünyada umutsuzluk artarken; Çin’de UMUT yükseliyor:
Dünya nüfusunun % 60’ı gelecekten umutlu DEĞİL iken;
Çinlilerin % 87’si ülke yönetimine ümitle güveniyor.
(Türkiye’nin ise %64’ü direksiyondakilere inanmıyor)
Ortadoğu coğrafyasının kaderini kendi imperyal istekleri doğrultusunda Cenevre’de belirlemeye çalışan Batılı devletler, ASTANA hamlesiyle ciddi darbe aldılar.
AKP’li kimi temsilcilerin med-cezir misali saçma çıkışlarına tuhaf tutumlarına rağmen Türkiye, Astana katılımı ile önemli bir adım attı ve emperyalizmin değil; anti-sömürgeci milletlerin safında yer aldı.
İster ŞİÖ deyin ister Avrasya ya da Batı-Asya birliği, özetle BRICS cephesindeki bu duruş, hem Türkiye’nin hem de bölge ülkelerinin yarınlarını, hatta evrensel geleceği tayin edecek nitelikte öneme sahiptir.
Ama gezegenimiz öyle bir dönemden geçiyor ki; sürekli irili ufaklı dönüm noktaları, yol çatalları ile karşılaşıyoruz. Sürekli seçimler yapmak zorunda kalıyoruz.
Şimdi, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğindeki yanar döner AKP hükümeti, yine bir karar verecek.
Bir tarafta; vatan savaşı veren Suriye ile birlikte hareket eden çünkü Suriye devleti tarafından YARDIM talebiyle davet edilen Rusya var. (Elbette bu tarafta; Çin de var, İran kuvvetleri, Lübnan Hizbullah’ı, Irak’ın Haşdi Şabi’si de var.)
Diğer tarafta; PKK ve türevlerini kara gücü olarak sahaya sürüp ağır silahlarla donatan, el altından da IŞİD’le klonlarını kullanan, siyonist emperyalizmin temsilcisi ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri var. (Perde gerisinde hiç tartışmasız İsrail var.)
Uluslararası hukuku hiçe sayarak yani Suriye devletinin ONAYINI ALMADAN bu ülkeyi bombalayan ABD, İsrail devletinin çıkarları doğrultusunda, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde, ayrıca Türkiye’nin güney+doğu’su ile İran’ın İsfahan bölgesini de içine katarak (Kıbrıs adası, Sina yarımadası, vs. de dahil) BÜYÜK KÜRDİSTAN’ı kurabilmenin peşinde.
Kaldı ki kürdistan falan da bahane; çünkü asıl amaç, adı BÜYÜK İSRAİL olarak bilinen ama doğrusu YAHUDİ DEVLETİ olan İMPARATORLUĞUN inşası (Va’dedilmiş Topraklar, Arz-ı Mev’ud).
Yani kısaca ABD dediğimizde, siyonist emperyalizmi kastediyoruz.
İşte siyonizmin jandarması olan bu ABD, bir yandan Irak’ın kuzeyindeki referandumu örgütleyip destekliyor, bir yandan Suriye’nin kuzeyinde kantonları birleştirmeye çabalıyor, bir yandan Türkiye’ye yeniden çözüm sürecini dayatıyor, bir yandan İran’ı karıştırmak istiyor.
Uluslararası hukuka ve genel ahlaki ilkelere AYKIRI biçimde, Rusya’ya karşı uyguladığı ve yenilerini çıkarttığı yaptırım kararları ise cabası.
Rusya’nın yanısıra hâlâ Çin’i de tehdit olarak görüyor ancak, yüzyılların ezeli düşmanları olan Rusya ile Çin’in bugünkü STRATEJİK ORTAKLIK‘larını engelleyemiyor. (Engelleyemediği gibi, bu DOSTLUĞA anlam veremiyor, şaşırıyor.)
Medya, STK’lar, siyasetçiler vb. eliyle ABD kamuoyunu sürekli manipüle ederek “KÖTÜ RUSYA” imajı oluşturan müesseses nizam (Establishment, aka yahudi şirketlerin ve ailelerin yönettiği ABD derin devleti), neocon Hillary‘nin ‘sürpriz’ yenilgisi karşısında yine Rusya’yı suçluyor. (Oysa hacker’ın önde gideni, ABD’nin kendisi.) Hızını alamıyor, Rusya’ya yeni yaptırımlar için karar alıyor ve herkesin buna uymasını istiyor.
Bundan dört yıl kadar önce, 7-8 Haziran 2003 tarihlerinde, Çin Devlet Başkanı Şi (CHE) Cinping ABD’yi ziyaret ediyor. Obama onu Annenberg çiftliğinde (Kaliforniya) ağırlıyor. Ne var ki, görüşmenin ana konusu siber casusluk oluyor. BARAK Obama, nezaketsiz biçimde, ABD kurumlarına yönelik siber casusluk faaliyetlerinden dolayı Çin hükümetini sorumlu tutuyor.
Oysa, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Çunying, “Çin daima her türlü siber saldırının karşısında olduğunu beyan etmiştir. Biz internet güvenliği konusunda ABD ile kapsamlı ve yapıcı bir diyalog yürütmeyi arzu ediyoruz. Ancak bu tarz temelsiz suçlamalara ve spekülasyonlara karşıyız, zira bunlar taraflar arasındaki işbirliği çabalarını baltalayacaktır” diyor.
Çin Ulusal Bilgisayar Ağı Acil Müdahale Teknik Ekibi Koordinasyon Merkezi Direktörü Huang Çengqing ise, ellerinde ABD’yi siber casuslukla suçlamaya yetecek bir yığın veri olduğunu ancak bunun sorunu çözmeyeceğini dile getiriyor.
Yani anlaşmaya yanaşmayıp siber casusluğu kendisi yapan Washington, sonra da yok “Çin bize saldırıyor” yok “Rusya seçimlere karıştı” diye yaygaralar kopartıp ‘dinlediği-izlediği-fişlediği‘ Amerikan vatandaşlarını kandırıyor.
Sahtekarlık, yolsuzluk, yalancılık, zalimlik, bin bir türlü tertip, vb. gibi zararlı tüm eylemlerde birinciliği kimseye kaptırmayan, ama insanlığın faydasına olan hemen her konuda geride kalan emperyalizm, asıl derdinin ne olduğunu söyleyemediği için ALGI operasyonları ile tutunmaya çalışıyor.
Siyonizm başka ne yapsın?
Çünkü ŞİÖ’nün gelişmesi, dolayısıyla BRICS’in büyümesi; müesses nizam’ı rahatsız ediyor. Asya’dan Afrika’ya, Latin Amerika ülkelerine değin geniş bir sahada yani tüm dünya coğrafyasında etkinlik kazanan BRICS’in kütlesel-hacimsel ve özgül ağırlığı karşısında, emperyalist kapitalizm, çaresizlik içinde kıvranıyor, agresifleşiyor ve saldırganlığının şiddetini arttırıyor.
Mesela Türkiye’de genel, Venezuela’da kısmi darbe girişimlerinde bulunuyor. ABD’deki yahudi şirketlerin ve İsrail’in verdiği (Nötron bombası dahil) silahlarla, Vahabi-Selefi Suudlar eliyle Yemen’i yerle bir ediyor (BM raporlarına göre her 10 dakikada Yemen‘de 1 ÇOCUK ölüyor). Kendi atadıkları yani Fransız milletini temsil etmeyen yöneticilerin aldıkları kararlarla, Mali’de, dünya kamuoyuna el-kaideci cihadçılarmış gibi gösterdiği özgürlükçü Tuaregleri bombalıyor. IŞİD‘in Filipinler ayağı Maute‘yle tertiplerine devam ediyor. Ukrayna‘da organlarını çaldığı insanları toplu mezarlara gömüyor. Irak’ı, Libya’yı ve daha nice ülkeyi yerle bir ediyor. Afrika’yı Asya’yı Latin Amerika’yı özetle sınır tanımadan bütün dünyayı kana buluyor. Yaz, yaz, bitmiyor.
Tel-AVİV yıllardır tüm dünyanın gözleri önünde göstere göstere Filistinlileri katlediyor, bitişiğindeki ülkeleri bombalıyor, işgal ediyor, sınırlarını genişletiyor, tarafsız bölge falan da tınmıyor, terör örgütleri kuruyor lojistik sağlıyor donatıyor barındırıyor yediriyor içiriyor yönetiyor saldırtıyor ve tüm bunları da başka ülkelere finanse ettiriyor, savaşlar çıkartıyor, darbeler yaptırıyor, suikastler düzenliyor, had-hudud hak-hukuk tanımıyor, dünyayı kana buluyor ancak demokrasi güvercini batılı ülkelerden yaptırım gelmiyor.
Ama o İsrail, Rusya’nın ANSIZIN çıkagelip, “Otur oturduğun yerde” dercesine, SURİYE’YE ASKER ÇIKARMASINA birşey diyemiyor, ne yapacağını bilmez ve eli kolu bağlanmış halde, sessizce olan biteni seyrediyor.
Seyrediyor çünkü, herbiri kendisine yönelmiş olan nükleer başlıklı 20 füze taşıyan Çin uçak gemisi gelip karşısına dikiliyor yani tepesine biniyor (Elbette Çin bunu resmiyette kabul etmiyor). Knesset’nin siyasileri ile hahamları ve hatta siyonizmin tepeleri, BRİCS’in bu ANİ hamlesi karşısında şaşkınlıklar içinde yutkunuyor, sus-pus kesiliveriyor.
Çünkü, kolay değil; mazlum milletlerin sesi olan ‘sürprizsever‘ BRICS yalnızca ekonomik, kültürel, siyasi değil; her anlamda güçlü ve daha da güçleniyor. Örneğin BRICS ülkelerinin askeri kuvvetleri, gerek sayı bakımından gerekse teknolojik olarak, ‘gelişmiş’ kapitalist devletleri artık geride bırakıyor.
Rusya’nın Kaliningrad’a (Köninsberg) konuşlandırdığı, NATO’nun füze kalkanını ve partiotlarını hiçe sayan, yörüngesi balistik olmayan (anti-balistik) ve 40 bin km irtifanın üzerinde seyredebilen SKANDR füze sistemi yetmezmiş gibi; sırf şu ‘S’ serisi (S-300, S-400, S-500) hava savunma sistemi bile tek başına neredeyse herşeyi, tüm dengeleri değiştiriyor.
(Erdoğan’ın, Türkiye’nin menfaatlerini yok sayarak ‘küfreder‘ gibi iptal ettiği HQ-9 Çin füze sistemi var ayrıca. AKP’lilerin, uluslararası ilişkilerde hiçbir kurala, etik prensibe sığmayan bu ve benzeri ve de beteri yığınla traji-komik, skandal, kalleşçe hareketlerine rağmen, ne Çin ne de Rusya ATATÜRKİYE‘den vazgeçmiyorlar. Örneğin Rusya, 2’de-1 sırtından hançerlendiği halde onca ‘zorluğa’ rağmen Türk Akımı‘nı hayata geçiriyor, herkese vermediği S-400‘leri uçağını Suriye hava sahasında düşüren Türkiye’ye veriyor. Olacak şeyler mi bunlar? Ama oluyor.)
Siyonizm çıldırmasın da ne yapsın?
Ve daha akla gelebilecek hemen her alanda; hava, kara, deniz, uzay vs. sanayisiyle, endüstrisiyle, teknolojisiyle BRICS, ‘gelişmiş’ batılı ülkeleri geride bırakıyor.
Örneğin, dünya henüz kübit aşamasındayken, Rus araştırmacılar kuantum bilgisayarlar için yeni yollar keşfediyorlar. Moskova Fizik ve Teknoloji enstitüsü ve Rus Kuantum Merkezi fizikçileri, kübit alternatifi olan kudit‘lere yöneliyorlar (Hattası, kutrit ve kukatrit).
Çin de “saniyede septilyon bilgiyi hesaplayan” dünyanın ilk foton kuantum bilgisayarını üretiyor. Uzaya, dünyanın ilk kuantum uydusunu gönderiyor.
NASA, Rusya Federal Uzay Ajansı, Japonya Uzay Araştırma Ajansı, Avrupa Uzay Ajansı ve Kanada Uzay Ajansı ortaklığında oluşturulan ve 1998’den beri faaliyette olan Uluslararası Uzay İstasyonu’nun (UUİ) 2024’te kapatılması öngörülüyor iken, Çin Uzay Ajansı 2022’de kendi uzay istasyonunu göndermeye hazırlanıyor.
Amerikalı astronotları UUİ’na Rus Soyuz füzeleri taşıyor.
Vahabi Suudilerle siyonist İsrail nükleer SİLAH anlaşmaları yaparlarken, neoconların köşeye sıkıştırdıkları Trump insanlığı NÜKLEER silahla tehdit ederken; Çin, nükleer FÜZYON‘la uğraşıyor, EAST adlı TOKAMAK ile güneşi sanki yeryüzüne indiriyor, sınırsız enerjiye kapı aralıyor.
Tüm teklonoji devrimleri üzerine apayrı bir devrim olacak, nötrino haberleşmesi (neutrino communication) üzerinde çalışıyorlar.
Çalışmalarını mavi gezegenimizin geleceğini düşünerek hassasiyetle yürüten BRICS ülkeleri, sanayilerini buna göre geliştiriyorlar. Sera etkisine, iklim değişikliğine karşı hem kendileri önlemler alıyorlar hem de diğer ülkeleri uyarıyorlar. Batı medyası ise gerçeklere takla attırarak dünya kamuoyunu aldatıyor: Sera gazı salımı en yüksek olan ülke ABD iken Çin İMİŞ gibi gösteriyor. Oysa Çin’in sera emisyonunu çok çok aşağılarıla çektiği biliniyor. Ama bu da yetmiyor, ABD, Paris İklim Anlaşması‘ndan çekiliyor.
Midesinde karadelik varmışçasına ne varsa yutan ama doymak nedir bilmeyen siyonizmin felakete sürüklediği dünyayı yaşanabilir halde tutabilmek için çırpınan BRICS, bu sömürgeci emperyalizmin denetiminde olan dünya ekonomi sistemini de değiştiriyor.
BRICS’in yatırım (kalkınma) bankası, döviz rezervleri havuzu ve kredilendirme (kredi derecelendirme) kuruluşu, evrensel dolar hakimiyetini yani imperyal hegemonyayı yıkıyor (Üreten milletin efedisidir diyen AtaTürkiye‘nin de NDB’ye üyeliği gündeme geliyor). Siyonist uzantı olan IMF, çaresiz, Çin’in YUAN’ını rezerv para birimi olarak onaylamak zorunda kalıyor. Çin’in (ve Rusya’nın) altın rezervleri alışılageldik tüm trendleri alt-üst ederek rekor seviyelere çıkıyor.
Siyonizm kafayı yemesin de ne yapsın?
Ya da, Çin gidiyor, mesela, Gwadar limanını Pakistan hükümetinden kiralıyor. Basit gibi gözüken bu adım ile Çin, önemli petrol geçiş yolu olan Hürmüz boğazını denetliyor. Gwadar’a askeri üs kuruyor, oradan Kaşgar’a koridor açıyor.
Gwadar’dan belki daha önemli olan Malakka boğazında Çin, Malezya ile ortak askeri tatbikat düzenliyor. (İndonezya, kahve karşılığında S-25 jetleri alımı için Rusya ile anlaşma yapıyor)
Aynı Çin, ABD’nin tüm itirazlarına ve entrikalarına rağmen, Kızıldeniz’in Aden körfezi çıkışındaki Cibuti’ye askeri üs kuruyor. (Cibuti’nin karşısında da, Yemen var. Hani şu emperyalizmin sürekli bombaladığı, Suudlar daha rahat katliam yapabilsinler diye İsrail’in yahudileri kaçırıp kurtardığı Yemen..)
Yalnız Cibuti de değil, Afrika’nın diğer ülkeleriyle de anlaşmalar imzalayan Çin’in (resmi rakamlara göre) Afrika’ya 100 miyar doların üzerinde yatırım yaptığı belirtiliyor (Ki aslında rakamın 100 milyarın çok daha üstünde olduğu biliniyor).
Siyonizm delirmesin de ne yapsın?
Yine, Çin, Yunanistan’dan Pire limanını kiralıyor, Avrupa’nın fethine hazırlanıyor.
1997’de de gündeme gelen ancak ABD’nin baskıları sonucu engellenen HAZAR-BASRA kanal projesi, Çin’in de desteğiyle, Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan ve İran tarafından masaya yatırılıyor.
Pasifik ile Atlantik’i birleştiren ve emperyalizmin hegemonyası altında olan Panama kanalına alternarif olarak, yine Çin, NİKARAGUA kanalını inşa ediyor (Rusya da işin içinde). Yine Çin, Pasifik’le Atlantiği birbirine bağlayacak olan Brezilya-Peru demiryolunun finansman, inşaat ve işletimini üstlenerek; Latin Amerika’nın en büyük altyapı projesini başlatıyor.
Latin Amerika ülkeleri, Rus askeri gemilerinin, limanlarından yararlanmalarına izin veriyorlar.
Obama için, “yanlış anlaşılma olmasın diye” bir değil iki kez son of bitch diyen Filipinler başkanı Duterte, ülkesinin bilmem kaç yıllık ‘alışılagelmiş’ siyasi geleneğini bozarak empeyalizme kafa tutuyor; yakınlaştığı Rusya ve Çin ile ekonomik, askeri anlaşmalar imzalıyor.
ABD’nin PASİFİK hakimiyeti, Çin-Rusya karşısında eridikçe eriyor. Japonya dahi Rusya’yla yakınlaşıyor. (1956’dan beri çözülemeyen Kurill adaları için masaya oturuyorlar.)
Siyonizm kudurmasın da ne yapsın?
Ve Rusya ile Çin’in öncülük ettiği BRICS, tüm projelerde, yatırımlarda, anlaşmalarda, BİR KUŞAK BİR YOL‘da olduğu gibi, diğer ülkelerin KATILIMLARINI ve KALKINMALARINI ön planda tutuyor. BRICS ülkeleri, yalnızca kendilerinin değil; diğer tüm milletlerin menfaatlerini gözetiyorlar.
Çünkü BRICS, “HEP BANA” diyen siyonist emperyalizmin aksine, EŞİT ve EŞGÜDÜMLÜ bir dünya istiyor. İnsanlığa, “Sömürüye, sömürgeciliğe son verelim; PAYLAŞARAK BÜYÜYELİM, BİRLİKTE GELİŞELİM” seçeneğini sunuyor. Sanki diyor ki:
– MİLLETLERE İSTİKLAL,
– İNSANLARA HÜRRİYET!
– KİŞİ HAKLARINA SAYGI,
– CANLIYA YAŞAM HAKKI,
– ÇEVREYLE YEŞİL BARIŞ.
– DOSTLUĞA ÇAĞRI ..
Bu çağrıyı bir nebze de olsa hissedip anlamak, çağrıdaki samimiyeti koklayabilmek için, somut örnekler üzerinden, Çin’e uazanalım, Çinlilere bakalım..
Batılı kaynakların kendi yayınlarından bile artık yazılıp çiziliyor ki; dünyada en fazla harcamayı Çinli turistler yapıyorlar (2013’te yaklaşık 100 milyon Çinli turist dünyayı dolaşıyor. 2014 verilerine göre Çinli turistler 500 milyar dolar harcıyorlar).
Bu demek oluyor ki, Çin, GSMH’sı en yüksek olan ve vatandaşlarına en geniş ekonomik kazanımları sunan ülkedir. (GSMH’sı batı medyası tarafından AZ gösterilen Çin’in sadece TİCARET FAZLASI bile 2016 yılı için 1,5 trilyon dolar; Çin’e bağlı o minnacık Hong Kong’un FAZLASI da 500 milyar. Gezmeyip, harcamayıp da ne yapsın Çinliler?)
Ama bu genişlik, yalnızca ekonomi ile de sınırlı değil; kültürel, sosyal vb. hemen her alanda Çinliler dünya standartlarının üzerinde olanaklara sahipler. Sosyal yaşam alanları, şehirleşmeleri vb. hepsi ileri düzeyde ve sürekli gelişiyor. (Çin’deki şehirciliğin nasıl olduğunu anlamak için, web’deki görsellere bakmak dahi bir önbilgi sunacaktır)
Örneğin; IPSOS Public Affairs şirketi dünya çapında bir araştırma gerçekleştiriyor. Anketten çıkan sonuçlara göre dünya nüfusunun %60’ı geleceklerinden umutlu DEĞİLLER iken; Çinlilerin % 87’si Çin yönetiminin ülkelerini geliştirdiğine inanıyorlar.
Yani dünyada umutsuzluk artarken, Çin’de UMUT yükseliyor.
Hal böyle olunca da siyonist efendilerle hizmetkarları saçlarını başlarını yoluyorlar. Yolmayıp da ne yapsınlar çünkü GOYİM (Konuşan hayvan, KÖLE) olarak gördükleri diğer (Yani yahudi olmayan) insanları sömüremedikleri, karın tokluğuna çalıştırıp yaşlanmadan öldüremedikleri zaman çıldırıyorlar.
O UMUT DOLU ve MUTLU insanlar onları rahatsız ediyor.
Rahatsız oldukça ama çözüm de bulamayınca, hepten agresifleşiyor, saldırganlaşıyorlar. Ellerindeki tüm olanakları, savaş, suikast, terör, siyaset, finans, medya vs. artık ne varsa seferber ediyorlar. Yöneticilerini seçtikleri (atadıkları), satın veya esir aldıkları devletleri kullanıyorlar.
Bunların başında Washington eliyle ABD geliyor iken; Brüksel, Strasbourg, Sion gibi merkezler üzerinden de AB ülkelerini kontrol ediyorlar (AB+D eliyle de dünyayı).
İşlerine gelmeyen kimseler seçilemiyorlar; ola ki seçilse de o kişi ya devşiriliyor ya devriliyor. Örneğin, ne müesses nizamdan ne de yahudi olmayan ve emperyalist politikalara karşı çıkan Trump gibileri, tehditlerle türlü şekillerle yola getiriyorlar (Yoksa alaşağı edecekler).
Ne var ki, evdeki hesap her zaman tutmuyor ya da isteklerine tastamam uymuyor. Örneğin, AB’nin o kapitalist devletleri, ABD’nin tüm karşı çıkışlarına ve zorlamalarına rağmen, BRISC ile kol kola giriyorlar.
Örneğin 2013 Ağustos oylamasında Suriye’ye müdahale etMEme yönünde karar alarak siyonizme gol atan (Bizzat siyonizmin organize ettiği “kimyasal silah” TERTİPLERİNİN Irak ayağına iştirak eden ancak Suriye kumpasanın bilerek ‘and/or’ bilmeyerek bozulmasına sebep olan) İngiltere, Brexit ile ikinci darbeyi indiriyor (Dahası da yolda, gelebilir).
Örneğin, Almanya ve Fransa, Rusya ile önemli görüşmeler yapıyorlar.
2016 ihracatı 1,2 trilyon euro olan Almanya, Rusya ile gaz ve diğer alanlarda anlaşmalar imzalıyor. (Örneğin, Almanya’nın doğalgazı Rusya’dan ‘aracısız‘ almasını sağlayacak ve Baltık Denizi’nin altından geçecek olan boru hattı projesi, ki Ukrayna’yı devredışı bırakıyor.)
Aynı Almanya, Çin ile de kalıcı sözleşmeler imzalıyor. Mesele ucuz iş gücü değil; nüfusu gittikçe yaşlanan (Yakın geleceğin “yaşlılar cenneti”) Almanya şimdiden önlem alıyor: Otomobil fabrikaları dahil sanayisini Çin’e taşıyor, birçok ihtiyacını orada üretiyor. (Elbette seçimini Çin’den yana yapmasının ardında, BRICS’in varlığı yatıyor: Nastavnik faktörü.)
Avrupa’nın ekonomisini ayakta tutan Almanya, Rusya’ya yaptırım kararları sonrasında eleştirdiği ABD’nin uluslararası hukuku ihlal ettiğini söylerken; ne tuhaftır, aynı Avrupa’nın AP’si, hazırladığı raporla Türkiye’ye alenen yeniden SEVRES‘i dayatıyor (Hem de Türkiye’deki muhalif parti yönetimleriyle birlikte).
Ama aynı Avrupa, yine ABD’nin olağanüstü çırpınışlarına rağmen engelleyemediği TÜRK AKIMI projesini, apaçık şekilde olmasa da destekliyor. (Oysa ABD, Çin-Türkiye füze anlaşmasını önlemeyi başarmıştı. Ne tuhatfır ki, o gün ABD’ye boyun eğen ve zaten emperyalizmin iktidar yaptığı Erdoğan bugün Rusya-Çin ile yakınlaşırken; sözde muhalefet partilerimiz olacak olan Bahçeli‘nin F-MHP‘siyle Kılıçdaroğlu‘nun F-CHP‘si amansız AB’D yanlısı politikalar izliyorlar. PKK‘nın HDP‘sini söylemeye bile gerek yok.)
İşte şimdi, Türkiye, Fırat Kalkanı Harekâtı ve HALEP‘in özgürleşmesine giden süreçlerde yaşandığı üzere, yine ve yeniden dönüm noktasından geçiyor:
Afrin’e girecek mi, girmeyecek mi? Girerse, nasıl girecek? Çünkü;
1) Türkiye’nin FKH ile Azez-Cerablus hattında inşa ettiği güvenli bölgeye, Afrin’deki PKK/PYD unsurları tarafından tahrik ve taciz hareketleri artarak devam ediyor. (Türkiye de Hatay-Kilis bölgesine askeri sevkiyat yapıyor.)
2) ABD, emireri IŞİD’in ‘boşalttığı’ yerlere kara gücü PKK’yı yerleştiriyor, Türkiye ve İran’a saldırmak için oralara üsler inşa ediyor. Suriye’nin kuzeyinde İsrail için kordidor açmaya çalışırken; ağır silahlarla donattığı ve özel askerleriyle takviyelediği PKK’yla Rakka’yı zorluyor.
3) Suriye askeri ise Rusya desteğiyle Der-ez-Zor’u kurtarmaya çalışıyor, güneyden Rakka’yı kuşatıyor. (Deyr-i Zor hayati öneme sahip çünkü orası düşerse hem Şam sıkışacak hem HAŞDİ ŞABİ‘nin gelişi zorlaşacak.)
Tam da bu zamanda, ABD, GENE ve YİNE ve YENİDEN, Haşdi Şabi’yi bombalıyor, Suriye-Irak sınırında, tam da “Tahran buluşması” öncesinde. (Daha önce de malum şer yuvası İNCİRLİK‘ten kalkıp ‘yanlışlıkla’ Deyezzor’da 200 Suriye askerini, El-Bab’da onlarca Türk askerini katlettiği gibi.)
Hal böyle iken:
– Vatanımızın güney+doğu bölgesini Büyük Kürdistan’ın parçası olarak gösteren, Kerkük‘e bayrak çeken ABD’nin Barzani‘si Irak’ın kuzeyinde referandum yapmaya kalkışırken,
– Suriye’deki kantonlardan kamplardan üslerden gelen PKK’lılar ülkemizde suikastler, bombalı saldıralar düzenlerken, Irak’tan girip karakollarımızı basarken,
– İsrail’in verdiği keskin nişancı tüfekleriyle askerimizi polisimizi tek tek vuran ABD’den aldığı füzelerle helikopterlerimizi düşüren ağır silahlarla vatandaşlarımızı katleden ABD’nin PKK’sı Rakka’ya yürüyüp Afrin’de dans ederken,
Türkiye olan bitene sessiz kalamaz.
Yani Türkiye, hem emperyalizme karşı yaşam mücadelesi veren komşusuna yardım için, hem milyonlarca Suriyelinin ülkelerine geri dönebilmeleri için, hem PKK-IŞİD’in Hatay ‘yolunu’ kapatmak için, hem kendi vatan bütünlüğü için, Afrin’e girmeli.
Ama bunu, ESAD yönetimi ile birlikte hareket ederek yapmalı.
İşte, “NASIL yapacak?” sorusunun yanıtı ve ÇÖZÜM burada yatıyor: Afrin’e, Tel Rıfat’a girmesi gereken Türkiye, bunu, Suriye’nin RESMİ hükümetini tanıyarak, BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜNÜ ve SEKÜLER YAPISINI kabul ederek yapmalı.
Şimdi bunun tartışmaları yaşanıyor. Şöyle ki:
Dün, 6. Astana oturumu öncesi Astana’nın aktörleri, Rusya-İran-Türkiye, TAHRAN’da biraraya geldiler. Buluşma bugün de devam ediyor. Biliniyor ki görüşmelerin ana konularının başında, çatışmasızlık bölgelerinin durumu, Afrin ve İdlip yer alıyor.
Rusya’nın, İran’ın, Çin’in, Suriye’nin düşünceleri ve durdukları yer belli. Sorun, Türkiye’yi temsil eden AKP hükümetinin ne yapacağı?
Mesele burada yatıyor işte: AKP ne yapacak? Emperyalizmden korkarak hareket ettiği ve/ya onlara eşbaşkanlık yaptığı zaman, başına ne musibetler sarıldığını defalarca canlı kanlı yaşadı, gördü. Ama, Mossad-CIA tertip ve destekli 15/7 fetullahçı darbe girişiminden BİLE ders almayı beceremedi; gitti, kripto fetocuların “referandum” feyk’ini yedi. (Ama yetmedi; içerileri ajan-fetoş’çu kaynayan diğer cemaatleri tarikatleri devlet organlarına doldurmaya, laiklikle cumhuriyetle hesaplaşmaya da kaldığı yerden devam ediyor.)
İşte o AKP hükümeti, bu defa doğru duruş ve tutum sergilemeyi başarır İSE EĞER, hem Türkiye’nin hem KENDİ geleceğini belirleyecek.
Tükürdüğümü yalamam da diyemez çünkü; yakın geçmiş tarihlerde Oslo’da Kandil’de İmralı’da masalara oturduğu, Habur’da davul zurnayla karşılayıp çadır mahkemeleri kurduğu, 29 Ekim’de yedirip içirip ülke topraklarımızdan Aynelarap’a taşıdığı, güneydoğu’yu köstebek yuvalarına bomba yığınaklarına çevirmesine izin verdiği PKK’nın, ennihayetinde “AK-Valilerce hapsedildiği kışlalardan kurtulan” TÜRK askeri ve de TÜRK polisi tarafından hendeklere gömülmesini kabul etti.
Tükürdüm yalayamam diyemez çünkü sarmaş dolaş kuzu sarması olduğu FETÖ‘nün, Türk milletinin tarihi boyunca gördüğü göreceği en tehlikeli ve sinsi örgüt olduğunu kabul etti.
Bu yüzden, “Şam’da cuma namazı kılarız”, “Katil Esed” gibi lafları geçecek, tükürdüğümü yalarım diye düşünmeyecek; KARDEŞİM ESAD demese de, en azından SAYGI duyacak, SAYIN ESAT diyecek.
İşte o zaman, Türkiye’mizde ve bölge coğrafyamızda SEBEP olduğu KATLİAMLARIN durmasına, çektirdiği ACILARIN son bulmasına katkı sağlayabilir AKP (Zaten ancak bu şekilde pişman olduğunu kanıtlayabilir). Er-geç bir gün sağlanacak olan «evrensel duble barış»a, zerre miskal de olsa katkı sağlayabilir.
Döndüğü yer kârdır, ama bu adımları atabilmek için;
Öncelikle, AKIL TUTULMASI’ndan kurtulmak, ALGI oyunlarına gelmemek gerekiyor. Yani, nefsin kibir ve nobranlığından sıyrılmak, şahsi menfaatler peşinde koşmamak, at gözlüğü çıkarıp BÜYÜK RESMİ görmek gerekiyor:
Bir tarafta BRICS milletleri, barış+barış diyor.
Karşısında emperyalist devletler, savaş istiyor.
Büyük fotoğrafta;
BRICS ülkeleri bize el sallıyor, gülümseyerek.
ATATÜRKİYE ise “Milli Hükümet” bekliyor.
Hal bu/böyle iken;
Türkiye’nin ZORUNLU SEÇENEĞİ belli değil mi?
+