DOĞU AKDENİZ
MÜNHASIR BÖLGE
KITA SAHANLIKLARI
PETROL ve GAZ REZERVLERİ
İSRAİL ile AB-D’NİN OYUNLARI
ARZI MEVUD’UN UZAK KARAKOLU
K I B R I S
(…) Küresel çeteler devletleri peş peşe dağıtıyor.
Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen ve diğerleri…
Etnik, dinsel ve mezhepsel ayrılıklar körükleniyor.
Her tarafta iç savaş, kan, gözyaşı ve insanlık dramı var!
Dünyadaki en büyük sorun mülteciler!
Bütün dünyayı bölen emperyalist sistem Kıbrıs’ta birleşmeyi dayatıyor!
Çok garip değil mi?
Barış sizi niçin rahatsız ediyor?
Sizin derdiniz ne? (…)
Soner Polat
Dokuz makale.
(3’ü Soner Polat, 1’i Vedat Yenerer,
1 Sabahattin Önkibar, 4 Cem Gürdeniz)
Ve dipnotlar.
30 Aralık 2016
Soner Polat, Aydınlık
Kıbrıs’ta maskeler düştü!
Batı ve AB Kıbrıs’a para yağdırıyor. Hedef, yavru vatanda teslimiyetçi bir hava oluşturmak! Beyinlerde dalgalanan beyaz bayrak ile kısa süre içinde sonuç almak istiyorlar. Batı’nın psikolojik savaş elemanları KKTC’yi abluka altına aldılar. Ada casus kaynıyor… AB ülkelerinin diplomatik misyonu da cabası!
TEMEL YANILTMA ALANLARI
KKTC Su Temin Projesi çok büyük ve iddialı bir proje! Bu proje ana ve yavru vatanda eş zamanlı olarak başlatıldı. Batı, içimizdeki hainler vasıtasıyla şu kirli propagandayı yayıyor: “Bu proje hayaldir. Türkiye’nin böyle bir gücü ve kapasitesi yoktur! Proje tamamlansa bile Türkiye su göndermeyecek, KKTC’ye karşı koz olarak kullanacak!”
Yabancı istihbarat elemanları, Kıbrıs’ta meydana gelen sıradan bir trafik kazasını, çeşitli kışkırtma öğelerini kullanarak Türkiye ve KKTC aleyhinde geniş bir yıpratma kampanyasına dönüştürdü.
Ledra Palas sınır kapısında sözde dayanışma evi açıldı. Burada Türkiye’yi işgalci gösteren sinsi çalışmalar yapılıyor…
AB tarafından finanse edilen “2016 Vatandaşlık Ödülü” KKTC vatandaşı bir sendikacıya hem de Kıbrıs Rum Kesimi’nde törenle verildi. AB’nin tüm büyükelçileri, açıkça istihbarat elemanı gibi çalışıyor…
Dünya Dinler ve Kültürler Forumu adlı paravan bir sözde örgüt Rum yanlısı görüşleri savunan Türkleri (!) ödül yağmuruna tutuyor…
“Birleşik Kıbrıs İki Toplumlu Barış İnisiyatifi” adlı kuruluş Türkiye karşıtı gösterileri alışkanlık haline getirdi. Uzatırsam, ansiklopedi olur… Sadece birkaç örnek verdim.
ASIL TEHDİT ALANI
Batı ve AB psikolojik harp etki alanına, maalesef siyasi partiler, sendikalar ve basın yayın kuruluşlarını da dâhil etti. Asıl hedef, Türk kimliğini aşındırarak, sadece maddi unsurlardan ibaret kökü olmayan sahte bir Kıbrıslı kimliği yaratmak! Akıncı bunun en cüretkâr savunucusu! Böylece maddi servetlere el koymak çok daha kolay bir hale gelecek!
“Çatışma Önleme (Conflict Resolution)” isimli emperyalist merkezlerin kontrol ettiği bir kuruluşun eğittiği Kıbrıslı bir Türk (!) gazetecinin şu sözleri tam anlamıyla bir ibret vesikası: “Bizi 30 kişi olarak eğittiler. Biz ise 3 bin kişiyi eğittik; 30 bin kişiyi harekete geçirdik; 100 bin kişiyi etkiledik!“ İnsanın aklına sadece bu toprakların yetiştirdiği en büyük ulusalcı aydınlardan birisi olan rahmetli Atilla İlhan’ın “hain kontenjanı“ geliyor…
Eğer hâlâ Akıncı ve müzakereci (!) Özdil Nami’yi merak eden varsa, MHP Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın bu Zat-ı Muhteremler (!) ile yaptığı görüşmeyi mutlaka mercek altına alsın! Birinin damadı Rum, ötekinin dedesi… Sayın Özdağ’ın heyetinde yer alan Vedat Yenerer, savaş muhabirliğinden gelen engin tecrübesi ile bu görüşmeyi çarpıcı bir şekilde naklediyor. Meselenin doğasını anlamak istiyorsanız, Sayın Yenerer’in, “Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı Nereye Koşuyor? (www.mehmetciktv. com.tr)” başlıklı yazısını mutlaka okumanızı öneriyorum.
AKP’yi de uyarıyorum. Sayın Yenerer’den: “Sayın Özdağ ve heyeti AKP ile ilgili tek bir kelime bile etmedi! Tam tersine, Akıncı dosyasından bir belge çıkartarak AKP ve Türkiye’yi suçladı.” Kendi vatanlarına sahip çıkmayanlar, hiçbir kişi, kurum ya da değere sadakat göstermezler!
BU TİPLERİ GÖRÜNCE NİKOS BAYRAM EDİYOR
Sayın Özdağ ve heyeti, KKTC’de hükümet de dâhil hemen her kesimle görüşmüş… Akıncı ve ekibine müzakereler konusunda güvenen hiç kimse yok! Böyle mi anlaşma olacak?
Bu tür vatansız solcuları görünce Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Başkanı Nikos Anastasiadis bayram yapıyor. Emin olun kendi tarafında böylesine fanatik Rum yanlıları bulamaz! KKTC’de kontenjan çoğalınca, safdil arkadaşlara yönelik müzakere taktiklerini de bir kenara bırakarak ucuz kahramanlığa soyundu: “Vatanımızı 1974’ten beri kirleten işgal ordusundan kurtarmak için çabalıyorum; AB üyesi Kıbrıs’ta garantörler olamaz…”
Ağır ol, “molla” desinler Nikos efendi! Kimin elinin pis ve kanlı olduğunu herkes çok iyi biliyor! Daha Türk son sözünü söylemedi. Öğrenmiş olmalısın… Türk’ün eli ağırdır!
https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/soner-polat/2016-aralik/kibris-ta-maskeler-dustu
26 Aralık 2016
Vedat Yenerer, mehmetciktv
KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı Nereye Koşuyor?
Türkiye’de Fırat Kalkanı operasyonu nedeni ile [gözlerin, dikkatlerin] Ortadoğu’ya çevrildiği son dönemde KKTC’de halk arasında büyük bir panik yaşanıyor. Bu paniğin adı: Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dır…
ABD ve İngiltere’nin desteğiyle son dakika oyunuyla Derviş Eroğlu liderliğindeki UBP’nin oyları bölününce Rum sevdalısı ve damadı da Rum kökenli Amerikalı olan Mustafa Akıncı Cumhurbaşkanı oluverdi. Akıncı, son yıllarda siyaseti bırakmış ve KKTC-ABD arasında yaşayamaya başlamıştı. Seçimler öncesinde KKTC’ye geldi. Akıncı’nın arkasında seçimlerde güçlü bir Fetöcü ekip vardı ve bu ekip kapı kapı Akıncı için çalıştı. Akıncı seçildi.
“Yes be Annem“cilerin başını çeken, İstiklal marşımızda ayağa kalkmayan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı’nin lideri olduğu Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) BM’nin “Annan Planı” olarak anılan oyununun Türklere oynanmasında başı çekmişlerdi.
Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye tüm olumsuzlukla karşı apar topar alınmasıyla Türk tarafının “Evet” dediği bu plana Rumlar “Hayır” deyip adanın neredeyse tek hakim olmayı öngören planı ret etmişlerdi.
Kıbrıslı Rumların eski lideri Yorgos Vasiliu, 2004 yılında Rumların reddettiği Annan Planı’nın perde arkasında nasıl yalan söylediklerini 2014 yılında tek tek de anlatmıştır.
Şimdi KKTC yeni bir oldu bittiyle karşı karşıyadır. Hak ettiği muameleyi görüp siyasetten ayrılmak zorunda kalan Mehmet Ali Talat’ın yerini seçim öncesi oynanan oyunla cumhurbaşkanı olan Mustafa Akıncı aldı. Kıbrıs’ta 1974’te savaş kazanmış Türkleri ve Türkiye’yi sanki savaşı kaybetmiş gibi sürekli taviz ve toprak verme yönünde olanca gücüyle çaba sarf etmesi Ada’daki AB tarafından kandırılmış “Yes be annem“cilerin bile tepkisini almış durumdadır..
AB’nin “Annan planını oylayın sonucu ‘Hayır’ çıkarsa, AB Türk tarafını tanıyacak ve her türlü desteği verecek” şeklindeki sözlerini Türk tarafından ‘Evet’ çıkmasına karşın tutmaması karşısında, Rumlarla birleşmek isteyenler de artık onurlu bir duruş sergilemeye ve bu adil olmayan birleşmeye ‘Hayır’ demeye başladılar.
“Kıbrıs’ta son müzakere süreci Mayıs 2015’te yeniden başladı. Ancak müzakerelerde hangi konuların, hangi bağlamda görüşüldüğü hâlâ çok açık değil. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve ekibi müzakereler üzerinde karartma uyguluyor. KKTC siyasi partileri, basını ve Kıbrıs Türk halkı neyin görüşüldüğünü bilmiyor.” diyen Bağımsız Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, eski ve yeni MHP milletvekilleri Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Nuri Okutan, Sadi Somuncuoğlu, Cihan Paçacı, Nazif Okumuş, Vedat Bayram ve Kürşat Tuna ve danışmanlardan oluşan yaklaşık 10 kişilik bir heyetle 22 Aralık’ta KKTC’yi ziyaret ettiler. Ben de o heyete 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nün bir üyesi ve yazar olarak eşlik ettim.
Sırasıyla, Eski Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, KKTC Başbakanı Hüseyin Özgörgün, Eski Maliye Bakanı ve Milletvekili Ersin Tatar, Mücahitler Birliği TMT Başkanı Yılmaz Bora, KKTC Büyükelçimiz Derya Kanbay, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve KKTC Maliye Bakanı Serdar Denktaş randevulara olumlu cevap verdiler ve ziyaretler gerçekleşti.
Şunu baştan söylemeliyim. Mustafa Akıncı haricindekilerin hepsi KKTC’nin ve Türk toplumunun Mustafa Akıncı ve ekibinin tehlikeli, tavizci, kısmen bilinmeyen görüşmeleri nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunun altını çizerek çarpıcı bilgiler verdiler..
Sıra Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile görüşmeye geldi. Yaklaşık 20 kişilik bir grupla cumhurbaşkanlığı konutuna gittik. Bir kısmımız bekleme odasına alındık. Diğer görüşmelerin aksine, Akıncı’nın sadece eski ve yeni milletvekillerinin görüşeceği haberi geldi, salona hareket edildi. Heyet ve cumhurbaşkanı’nın ekibi karşılıklı oturdu, en başta da tam ortada Ümit Özdağ ve Mustafa Akıncı’nın yan yana koltukları vardı. Koltuklardan birkaçı boş kalınca kapıdaki salon sorumlusu bir iki koltuğun boş olduğunu gösterip bize de girmemizi söyledi. Ben ve Ümit Özdağ’ın asistanı Bekir Ali Yüksel de böylece içeri alındık.
Birkaç dakika sonra Akıncı geldi, herkesle el sıkışıp yerine oturdu. Ümit Özdağ’ı tanıdığını ve saygı duyduğu bir akademisyen ve siyasetçi olduğunun altını çizdi. Özdağ, her zamanki kibar üslubu ile içeride oturanları tek tek tanıttı, geliş nedeninin bilgi almak olduğunu anlatıp randevu verdiği için teşekkür etti. Akıncı da kendi ekibini tanıttı. Tanıtırken sıra köftecilikten geldiği ve tepkiler aldığı için adı “Köfteci” olarak anılan cumhurbaşkanlığının sözcüsü Barış Burcu tanıtıldığında Özdağ “Evet köftelerinin iyi olduğunu duydum” dedi. Yani, diplomatik bir dille diplomasisinin değil, köftelerinin iyi olduğunu söyledi. Ama köfteci bu diplomatik dilden anlamadığı için güldü. İşte KKTC heyetinin iletişimden sorumlu yetkilisinin iletişimden kaldığını böyle gördük.
Mustafa Akıncı ardından agresif bir üslupla önce “Aranızda benim aleyhimde ağır ithamlarda bulunan kişiler var…” diyerek benim Mehmetçiktv.com.tr’de yazdığım ve sosyal medyada paylaştığım, kendisini gösterdiğim gerekçelerden dolayı işbirlikçi olmakla itham ettiğim sözlerimi okudu. Ardından dosyadan başka bir belge çıkartarak Ümit Özdağ’ın bir makalesinde kendisini “Rum sevici” olarak itham etmesini ve benzeri eleştirilerini okudu. Bir ara da MHP Kayseri milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halçoğlu’nun bir açıklamasından dem vurarak sitem etti.
Özdağ da kendisine “Sayın cumhurbaşkanı herkesin yazdığı kendisini bağlar, biz buraya yazılanları sizinle tartışmaya değil, sizin anlatacaklarınızı dinlemeye geldik dedi.” dedi. Akıncı Ada’daki sıkıntılara yönelik Türkiye’de yaşayanların ilgili olduğunu ancak kendilerinin Ada’da yaşadığını ve bir anlamda Ada’da yaşayanların söz hakkının fazla olduğu anlamına gelen ifadeler kullanmaya başlayınca, Özdağ “Bu topraklar sizin olduğu kadar da bizimdir. Ne az ne fazla. Benim de bu topraklarda akrabam yatıyor” diye araya girince Akıncı “Evet öyle ..” demek zorunda kaldı.
Bunun üzerine biraz sakinleşti ve elindeki dosyayı bir kenara koyup görüşmelerle ilgili bilgiler vermeye başladı. Pek çok kez sözüne “Ben seçimlerde yüzde 60 oy aldım. Ben halkın istediğini yapıyorum” dedikten sonra “Beni işbirlikçi olmakla suçluyorlar, oysa ben Annan planına imza atılan maddelerin müzakeresini yapıyorum. Hatta, Eroğlu ve Denktaş’ın yıllar önce attığı imzalara göre benim müzakere ettiğim maddeler onların imza attığı maddelerdir” diyerek görüşmeleri anlattı.
Heyetimiz sadece dinledi araya girmedi. Diğer görüşmelerde edindiği bilgileri kullanmadı. “Siz böyle söylüyorsunuz ancak şu da şöyle diyor” tarzını benimsemedi. Müzakereleri yürüten Özdil Nami de zaman zaman araya girerek müzakerelerin nasıl yapıldığını anlattı. Konuşmaların iddia edildiği gibi gizli olmadığını ve deşifre edilerek Türkiye’ye gönderildiğini söyledi. Ama konuşmaların ne kadarının resmiyete geçtiği bilinmiyor. Rum tarafında birkaç kez görüşmelerin deşifresinin tam yayınlanması üzerine Türk tarafının deşifreleri ile örtüşmediği ortaya çıkmıştı. Bu tutarsızlık Akıncı’ya sorulduğunda “Rum tarafı yalan yazıyor” diyerek kendisini savunmuştu. Sonra birkaç açıklamayı genişletmeyi hedef alan ara soru soruldu Özdağ ve Somuncuoğlu tarafından.
Yaklaşık 45 dakika Rum tarafı ile yapılan anlaşma maddelerini ve ne kadar başarılı olduklarını anlattılar. Biz Akıncı’yı dinlerken o gün 4 saat görüştüğü ve çok iyi ilişkisi olduğunu söyleyen Rum lider Anastasiadis gazetecilere “Vatanımızı 1974’ten beridir kirleten işgal ordusundan kurtarmak için çabalıyoruz.” diyerek Türklere ve Türk ordusuna hakaretler yağdırıyordu .
Mustafa Akıncı, sözlerini tamamladıktan sonra sıra bizim sorularımıza geldi. Ümit Özdağ, “Sayın Cumhurbaşkanı, son 100 yılda Ada’da Rumların öldürdüğü Türk sayısını herkes biliyor, peki bir Türk’ün bir Rum’u öldürdüğü görüldü mü?” diye sordu. Akıncı “Savaşlarda oldu tabi …” dedi. Özdağ “Hayır, savaşlarda değil, barış zamanı“ diyerek sorusunu tekrarladı. Akıncı’dan Ada’da bu soruyu sorduğu herkesten aldığı “Hayır” cevabını bekliyorduk ki, “Hayır” demekten kaçınarak yine “Savaşlarda tabi ki Türklerin Rumları öldürdüğü oldu” dedi. Özetle, Akıncı savaş zamanı dışında Türklere yönelik Rum saldırıları olduğunu açıkça reddetti. Oysa BM belgeleri bile Rumların savaş zamanı dışında gerçekleştirdikleri katliamları kabul ederken Akıncı reddediyor.
Ardından Ümit Özdağ, “100 yıldır Ada’da Türk öldüren ama her fırsatta kendilerini mağdur ve ezilen taraf olarak gösteren Rumlara güvenip güvenmediğini” sordu. Akıncı “Rumların arasında Türk düşmanları da var ama tabi ki güvendiğim Rumlar da var” dedi.
Çok sık görüştüğü Rum lider aynı saatlere Türklere ve TSK’ya ağır hakaretler ederken Akıncı bize onlara güvendiğini anlatıyordu. Belli ki güvenmediklerinin arasında Türkere hakaretler yağdıran Anastasiadis yoktu.
Tam bir akıl tutulması… Bu Rum seviciliği değil de nedir?
Halen de ardı arkası kesilmeyen bu hakaretlere ne Türkiye’den ne de Akıncı’dan bir cevap geldi.
Görüşmelerde Akıncı’ya ben de bir soru yönettim. “Müzakerelere, sizin kabul ettiğiniz maddelerden birine göre 40-60 bin arası Rum, Türk bölgesine yerleşecek ve Türk tarafında seçmen olacak. Bu durumda 190 bin olan Türk sayısı zaman içinde eriyecek ve temsil edilmeleri 10 yıl sonra zorlaşacak. Bu nasıl kabul edilir?” dedim. Verdiği cevap aynen şöyleydi: “Evet öyle bir madde var ama o kadar Rum gelmez.”
Bu konuda Akıncı’nın Kıbrıs’ın başarılı ve vatansever başbakaın Hüseyin Özgürgün’e “Gelecek Rum sayısı 3-4 bini geçmez” dediğini de hatırlatmak isterim.
Burada soruyorum… Eğer bu kadar Rum Türk tarafına yerleşmeyecekse Rumlar anlaşmaya bu maddeyi neden kattılar? Gelmeyeceklerine inanıyorsan neden kabul ediyorsun? Ve ne kadar Rum’un geleceğini nereden biliyorsun ve bu soruya Rumlar adına cevap vermek sana mı düşer?
Görüşmede, Yusuf Halaçoğlu Ada’da vakıfların malı olan toprakların 1913’te İngilizler tarafından yasadışı ve sahte belgelerle Rumlara verildiğine dikkat çekti. Bilgisayarını açıp son derece iyi niyetle ve yardımcı olmak için “Ben Osmanlı arşivlerinden binlerce hektar arazinin vakıflara ait olduğunu buldum, tapularını sizin için fotokopi çektim. Maraş’ın yüzde sekseni Abdullah paşa ve Lala Mustafa paşa vakıflarına ait tapular bunlar. Vakıf malı satılamaz devredilemez. İngilizler de Rumlar da bunu biliyor. Buna rağmen İngilizler tarafından satılmış olmasının hukuken kabul edilmemesi gerekmektedir. Size bu belgeleri vermek isterim” dedi. Akıncı ve Özdil Nami benzeri belgelerden haberdar olduklarını söylediler ve 40 yıl sonra ortaya çıktığını hatırlattılar. Halaçoğlu ne zaman çıktığı değil gerçek olup olmadığı önemli diyerek müzakerelerde bunları Rum tarafının ve İngilizlerin önüne koymaları gerektiğini söyledi.
Toplantının sonunda Özdağ, kendine has nezaketiyle bir Cumhurbaşkanına söylenebilecek en ağır cümleyi kurdu. “Sayın Akıncı, siz artık Türk tarihinde bir figürsünüz. Bundan 100 hatta 1000 sene sonra Türk tarih kitaplarında ya ülkesini ve milletini felakete götüren ve ihanet eden bir siyasetçi ya da ülkesini ve milletini refaha güvenliğe götüren bir siyasetçi olarak geçeceksiniz. Biz ikincisinin olmasını arzu ederiz” dedi ve “Türk toprağı Kıbrıs’ın ikinci Girit olmasını istemiyoruz” diyerek toplantıyı sonlandırdı. Akıncı da “tabii ben de ikinci şekli ile tarihe geçmek isterim” dedi ve toplantı sona erdi.
Vedalaşma sırasında Mustafa Akıncı ve heyetiyle ile herkes medenice el sıkıştı. Yanıma geldiğinde kendisine herkesin duyacağı şekilde “Sayın cumhurbaşkanı ben bir gazeteci ve yazarım. Sizi ağır eleştirmiş olabilirim, ben Türk milliyetçisiyim ve sizi bir Türk Akıncısı gibi görmek isterim. Bu da sizin elinizde. Bize gösterin, inandırın ben de sizin için AKINCI MUSTAFA diye yazayım.” dedim. Bana “Ben akıncıyım, ben de milliyetçiyim” diye cevap verdi.
Maliye Bakanı Serdar Denktaş’ı ziyarete gittik. Samimi bir şekilde karşılandık. Burada onun anlattıklarını uzun uzun yazmak istemem, aklımda kalan en önemli sözleri şöyleydi:
“Biraraya geldiğimizde Akıncı bana ‘Neden sürekli Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler diyorsun. Öyle bir şey yok, Kıbrıslı var’ dedi. Korkarım ki bundan sonra Türkler eski mevzilerine dönmek zorunda kalacak…”
Mustafa Akıncı’nın ne milliyetçisi ve kimin akıncısı olduğu 12 Ocak 2017’de Cenevre’de başlayacak olan görüşmelerde ortaya çıkacak.
Ada’daki bürokraside görev yapan vatanseverleri görevden alan Akıncı’nın heyete yaptığı çelişkili açıklamaları ve sorulara verdiği doğru olmayan cevapları Prof. Dr. Ümit Özdağ kapsamlı bir çalışmayla TBMM’de önümüzdeki günlerde düzenleyeceği basın toplantısı ile açıklayacaktır.
Bu arada, Ada’da bulunduğumuz zaman bize saldırıya geçen TDP-CTP ve Rum sevdalısı sözde gazeteciler yalan yanlış ve kara çalan yazılar yazdılar. Bunlardan biri de Kıbrıs Postası yazarı Rasıh Reşat. Bu soytarı ‘Köfteci’nin kankisiymiş.
Yazdığı yazıda, Mustafa Akıncı ile görüşmemizde yer alanlardan aldığı bilgi ile Akıncı’nın Özdağ ve heyete ayar çektiğini yazıp atıp tutmuş….
Rasıh Reşat ve benzeri soytarıların yazdıkları yalanlar nedeniyle yaşanan gerçekleri detaylarıyla yazmak zorunda hissettim. Oysa, heyet oraya kavga etmeye gitmemişti. Üstelik, Özdağ ve heyete ayar verdiği iddia edilen Mustafa Akıncı ayrılırken “Ümit bey birbirimize sert sözler söylemeyelim, bundan sonra da yüz yüze bakacağız. Beni doğrudan özel telefonumdan arayabilirsiniz. Şimdi danışmanım size özel numaramı verecek” dedi. Ve ardından özel numara Özdağ’a verildi.
Durum böyleyken saray soytarısı Rasıh Reşat’a bu yazının yazdırılması çok düşündürcüdür.
Rasıh efendi, yazdıkların doğru değil. Türk milletinden görüşme detaylarını gizleyenler ve köfteci kankin belli ki seni kullanmış, yanlış bilgi vermişler. Özdağ ve beraberindeki heyet görüşmede AKP ile ilgili tek bir kelime etmediler. Tam tersine, Akıncı dosyasından bir belge çıkartarak AKP ve Türkiye’yi suçladı. Türkiye Tenis Federasyonu’nun Rum kesimine gidip çalışmalar yapacağını yazan gazete kupürünü çıkartıp “Bakın Türkiye ne yapıyor? Bu haber sonrasında Rum tarafı bizimle dalga geçti… AKP Beşiktaş’ı bile buraya bir özel maç için yollamıyor” diye hayıflanırken MHP Eski Milletvekili Vedat Bayram sözünü kesip “Sayın cumhurbaşkanı o iş öyle değil. Türk takımlarını buraya yollamayan hükümet değil, UEFA’dır, yasak var..” diyerek doğruları söyleyince sustular..
İşbirliği ve ihanete gelince…
Yazında “Özdağ ve şürekası” dediklerin seçkin Türk milliyetçileridir. Anana sor onlar olmasaydı acaba senin soyadın Reşat olur muydu? Yoksa soyadın Rum ya da İngiliz olmadığı için mi üzülüyorsun? Kinin ve nefretin bundan mı?
Senin şu an güven içinde yaşıyor ve karnının doyuyor olmasındaki tek neden olan senin “Özdağ ve Şürekası” dediğin Türk milliyetçilerinin varlığıdır.
Şunu bil ki, değil Akıncı ve Köfteci yedi sülaleleriniz bir araya gelse Ada’yı kimsenin hakimiyetine sokamayacak. Anlaşmaya imza atsa bile son sözü Türk milliyetçileri söyler. Bunu sakın unutma…
Bundan sonra Türk milliyetçileri Ada’ya daha çok gelecek. KKTC’yi bölücü terörist cennetine çeviren, onlarla ateş başında halay çeken işbirlikçi alçaklar ve senin gibi nefret kusan soytarılar için zaman tükeniyor…
Sen, Rum ya da İngiliz dostlarına bir gece ansızın sınırın öbür tarafına efendilerinle birlikte koşar adım geçebileceğini hatırlat olur mu?
İstersen KAL!…
Çok sevinirim…
http://www.mehmetciktv.com.tr/haber/20482/kktc-cumhurbaskani-mustafa-akinci-nereye-kosuyor.html
23 Aralık 2016
Soner Polat, Aydınlık
Kıbrıs’ta hüzünlü kış
Öylesine enteresan bir müzakere ekibi oluşturulmuş ki iki laftan birisi AB! Bir zat-ı muhterem aile geçmişinden hiç söz etmeden şöyle buyuruyor: “Bu yolculukta AB’nin de tüm mekanizmalarını kullanma kabiliyetine kavuşmuş olacağız. Dünyayla entegre bir ekonomiye kavuşma imkânımız doğacak! [‘GÖKTEN AVRO YAĞACAK’ /26Agustosblog] İki lider eğer ihtiyaç duyarsa (9-12 Ocak Cenevre Toplantısı) başka tarafları da konferansa davet edebilecek. Akla gelen ilk örnek AB’dir. Çünkü neticede Birleşik Kıbrıs (ne kadar da meraklı!) AB üyesi bir ülke olacak. İki önemli kurumla istişare içindeyiz: AB ve Dünya Bankası! Son zamanlarda IMF de resmin içine girmeye başladı!” (milliyet.com.tr)
BİRAZ TARİH OKUSAK!
Şu hayran olduğunuz sözde Kıbrıs Cumhuriyeti nereden çıktı? Bürgenstock Zirvesi’nde var mıydı? Görüşmeler, BMGK’nın 1975 yılında almış olduğu 367 sayılı karara göre eşit zeminde (on an equal footing) iki toplum arasında yapılmıyor mu? Nasıl olur da kapı gibi kararları bile okumazsınız!
Federal devlet iki eşit devletin iradesi ile oluşmaz mı? Efendi ile uşak arasında nasıl bir ortaklık olabilir? Rum yanlısı Kofi Annan bile 2004 yılında Rumları yatıştırmak için Bakir Doğum (Virgin Birth) formülünü ortaya atmamış mıydı? KKTC’yi yok sayarak, gayrimeşru Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kabul ederek oturduğunuz masadan ne alacağınızı umuyorsunuz? Onlara yamanmaktan başka bir seçenek kalıyor mu?
Önce KKTC’ye sizler saygı göstereceksiniz. KKTC bayrağını masaya koyacaksınız! Bu devletin aldığı önemli kararları, antlaşmaları masaya yatıracaksınız… Kıbrıs Rum Kesimi de kendi hikâyesini anlatacak! İkisini yan yana koyup üzerinde uzlaşma zemini arayacaksınız…
BM Kapsamlı Çözüm Planı’nda (2004) olduğu gibi Kuruluş Anlaşması imzalanmayacak mı? Bu anlaşma ile federal ortaklığın ana unsurları ve hukuki zemini belirlenmeyecek mi? Anayasa, yasalar ve yapılacak düzenlemeler bu Kuruluş Anlaşması ile uyumlu olmayacak mı? Herhalde yapılan müzakereler Rumların yerle bir ettiği 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti için anayasa hazırlık çalışmaları değildir.
Herhalde yapacağınız anlaşmayı (!) önce KKTC Meclisi’ne sunacaksınız! Orada bir referandum yasası çıktıktan sonra halka gideceksiniz. Sanıyorum, anlaşmayı KKTC Meclisi’nden kaçırma niyetinde değilsiniz!
İÇİMİZE GİRECEK RUMLAR!
Kıbrıs Rum Kesimi’ne Türklerin gitmeyeceğini biliyoruz. Türk bölgesine çok sayıda Rum’un özel hak ve statülerle döneceğini öğrendik. Bilgimiz yanlış ise lütfen bizi düzeltin! “Sarih Çoğunluk” diye bir kavramın varlığından eminim haberdarsınız! Resmi belgelere de geçmiştir. Buna riayet etmeliydiniz! Bu koşullarda Rumlar kısa sürede inisiyatifi ele geçirir. Daha başlangıçta nüfus açısından 1/4 oranını kabul etmeniz, kişisel görüşüme göre fahiş bir hata olmuştur. Yığınakta hata yaptınız. Bu stratejik hatayı taktik girişimlerle kapatamazsınız!
İki kesimlilik gibi temel bir ilkeyi sizler gibi usta ve uzman müzakerecilere açıklamayı zül addederim. Herhalde, Rum akınına uğramasından sonra bir de Kıbrıs Türk Devleti sınırları içinde kantonal bir Rum bölgesi, Karpaz gibi özel bölgeler kurmak, bu ilkenin çöpe atılması anlamına gelir! Eminim, sizler de benimle aynı görüşleri paylaşıyorsunuzdur!
Çözüm için nasıl çırpındığınızı sadece bizler değil, bütün dünya görüyor ve takdir ediyor. Ama ne yaparsınız ki bu Rumlar, Cumhurbaşkanınızın deyimiyle vicdansız ve maksimalist! Bu kadar kolaylık gösterdikten sonra acaba karşılığında ne aldınız? Büyük mücadelenizin meyvelerini Anadolu’daki ve Kıbrıs’taki Türklerle paylaşmak ister misiniz?
SİZLER ZATEN GARANTİSİNİZ DE!
Ortada fol yok, yumurta yokken, “Garanti ve İttifak Antlaşmalarının müzakeresi tabu değildir!” diyerek devrimci (!) bir çıkış yaptınız. Sizlere de bu yakışırdı! Kalıpları kırdınız! Maalesef, 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları, öncelikle Kıbrıs Türk’ünü koruma amacını güdüyor ama Türkiye gibi garantör ülkelerin kendi güvenlik kaygılarına da cevap veriyor… Anlatmak çok zor olacak biliyorum ama Türkiye’nin de o bölgede hayran olduğunuz AB, Yunanistan, İsrail gibi çok önemli stratejik çıkarları var!
Gerçi sırtını sizlere dayanan Türkiye’nin hiçbir derdi olmaz ama bizler de “bir iki laf kalabalığı yapalım” dedik!
https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/soner-polat/2016-aralik/kibris-ta-huzunlu-kis
07 Aralık 2016
Soner Polat, Aydınlık
Kıbrıs’ta beyaz bayrak
Dışişleri Bakanı Lilikas’a ısrarla sorarlar: “Annan Planı’nı niçin kabul etmedik?” Cevap tam bir ibret vesikasıdır: “Annan Planı kabul edilseydi, savaş çıkacaktı!” İşte Türkiye’de milletten gizlenen tam da budur! Rumlar, Annan ve benzeri planların bir iç çatışma ile sonuçlanacağını çok iyi biliyorlar. Bu nedenle, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü kaldırılmadan yapılacak bir anlaşmaya soğuk bakıyorlar. Çünkü Türkiye’nin ikinci kez müdahalesinin geriye dönülmez sonuçlar doğuracağından endişe ediyorlar.
BARIŞ DEĞİL SAVAŞ MÜZAKERELERİ
Dil farklı, alfabe farklı, din farklı, kültür ve gelenekler farklı! Tam 42 yıldır ayrı yaşıyorlar… Öncesinde ise Rumların etnik temizlik planları var! Sonunda Türkiye ve Kıbrıs Türkleri haklı bir savaş vermiş. Türkiye uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan müdahale hakkını kullanmış… Adada barış ve huzur var.
Küresel çeteler devletleri peş peşe dağıtıyor. Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen ve diğerleri… Etnik, dinsel ve mezhepsel ayrılıklar körükleniyor. Her tarafta iç savaş, kan, gözyaşı ve insanlık dramı var! Dünyadaki en büyük sorun mülteciler! Bütün dünyayı bölen emperyalist sistem Kıbrıs’ta birleşmeyi dayatıyor! Çok garip değil mi? Barış sizi niçin rahatsız ediyor? Sizin derdiniz ne?
Mustafa Akıncı ve yetersiz müzakere ekibinin yaptıkları görüşmelerin kaçınılmaz sonucu kanlı bir iç çatışmadır. Eğer gözlerinizi kapatmadan çevrenize bakarsanız, bu yalın gerçeği derhal kavrarsınız! Birbirinden tepeden tırnağa farklı iki toplumu zorla bir arada tutmaya çalışırsanız, önünüze ağır bir fatura çıkar. Öyle şeyler kabul etmişler ki dinamit deposunda kibrit çakılıyor…
SAVAŞIN AKLA ZİYAN RAKAMLARI
Bizim çok bilen (!) heyet 1/4 oranını esas almış! Türklerin sayısı 220 bin ile sabitlenmiş! Buna karşılık 800 bin üstünde Rum olacak! Ayrıca Kuzey’de, Karpaz gibi terk edilecek alanlara da Rumlar akın ediyor. Üstelik Türklerin içine girecek Rumlar da var! 80 bin kişi Kuzey’de Rumlara peşkeş çekilecek arazilere girecek! 60 bin kişi de doğrudan Türk bölgesine yerleşecek… Durun bakalım, bitmedi! Aynı zamanda, uzman (!) ekibimiz 4 özgürlük koşulunu da kabul ediyor. Bu ne demek? Serbest dolaşım, serbest yerleşim, serbest mülkiyet ve serbest iş kurma! O zaman rezalet düzeyindeki bu rakamların bile önemi kalıyor mu? Burada iki kesimlilik var mı? Hem içinize Rumlar akın ediyor hem de topraklarınız parçalı hale geliyor! Rumlar hem toprakla hem insan gücü ile sizi darmadağın ediyorlar!
Birleşmiş Milletler (BM) Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Barth Eide, yukarıdaki duruma bakıyor ve her normal zekâ düzeyindeki insan gibi şöyle bir yargıya varıyor: “Kısa süre içinde Türk bölgesindeki Rumların sayısı Türklerden fazla olacak!“ Kıyamet kopuyor! Türk tarafın tepkisi nedeniyle Eide özür dilemek zorunda kalıyor. Doğru söyleyen dokuz köyden kovuluyor!
SAVAŞ YOLUNUN KALDIRIM TAŞLARI
Bir evde 42 yıldır oturuyorsunuz. Onlarca yatırım yaptınız. Çocuklarınızı büyüttünüz. Birdenbire size diyorlar ki “bu evi boşalt!” Şok geçirmez misiniz? Bizim uzmanlar (!) Rumların verdiği tapuları kayıtsız koşulsuz kabul ederken, KKTC’nin belgelerini fotokopi kâğıdı olarak görüyor… Ayrıca bu sorunu toplu olarak ve toplumsal mutabakatla çözecekleri yerde, herkese tek tek “başının çaresine bak!” diyorlar. On binlerce kişi karşı karşıya gelecek! Birisi tapu gösterecek, diğeri “kullanıcı hakkı” diyecek, Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonu saçını başını yolacak! Onlarca yıl sürecek bir ihtilaf başlayacak. Alın size iç savaşın alt yapısı! Bizim arkadaşlar, bunlar yetmezmiş gibi, bir de “duygusal“ bağlantıyı da kabul etmişler. Yani, benim eski evdeki çınar ağacına bıçakla ilk sevgilimin ismini kazımıştım! Ondan vazgeçemem! Ayrıca 42 yıl önce 10 yaşında olanların bile tapuları geçerli olacak! Ama Rumlar buna bile razı değil; 6 yaşına kadar indirmek istiyor!
Kıbrıs, sadece adadaki soydaşlarımız için değil, Anadolu’daki 80 milyon Türk için vazgeçilmez değerdedir. Büyük Türk milleti ve tüm siyasi partiler konuyu yakından takip etmeli ve milli bir strateji belirlenmelidir. Konu Akıncı ve tartışmalı ekibine bırakılmayacak kadar ciddi ve acildir. Aksi halde en fazla 3 yıl içinde Kıbrıs, Girit olur.
https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/2016-aralik/kibris-ta-beyaz-bayrak
11 Aralık 2016
Cem Gürdeniz, Aydınlık
Ateşle oynayan Güney Kıbrıs Rumları
2013 yılı başında Yunan basını, dönemin Yunanistan Başbakanı Samaras’ın BM’ye deklere ettiği haritayı yayınlamıştı. Türkiye’yi neredeyse Ege ve Akdeniz’den tamamen soyutlayan haritada Yunan hükümeti, Doğu Akdeniz ve Ege’nin hemen hemen tamamında hak iddia ediyor, bunun için Ege Adaları’nın ve Doğu Akdeniz’de Meis‘in sözde kıta sahanlığını kullanıyordu.
ÇIBAN BAŞI MEİS ADASI
Bu iddia halen değişmiş değil. Anadolu’ya çok yakın konumda olan Meis Adası’nın uluslararası deniz hukuku teamül ve kuralları aksine Türkiye Akdeniz’inden kabaca 65 bin km karelik bir alanı çalarak, Yunanistan Münhasır Ekonomik Bölgesi‘ne (MEB) ait gösterilmesi sorunun merkezi. Öyle bir sorun ki gelecekte belki de iki ülkeyi istenmeyen silahlı bir çatışmanın içine çekecek kadar önemli. Güney Kıbrıs da 2003 yılında ilan ettiği sözde saha ile Türkiye’den yaklaşık 35 bin km kare mavi vatan parçası çalıyor. Böylece batı ve güneydeki deniz komşularımız, Doğu Akdeniz’de yaklaşık 100 bin km karelik hayat alanından vazgeçmemizi istiyor. Arkalarında AB ve ABD olduğundan, tarihin her döneminde olduğu gibi milli güçlerinin çok ötesinde hayal ve ihtiras aleminde yaşıyorlar.
( AB’nin Türkiye’yi Antalya körfezine hapseden haritası )
Haritalar AB’de çiziliyor. Samaras’ın yayınladığı harita aslında ona ait değil. AB’ye ait. Türkiye’yi denizden kuşatan bu harita 2002 yılından itibaren AB dokümanlarında ve Avrupa akademik yayınlarında boy göstermeye başladı. 20 Şubat 2013 tarihli gazeteler Başbakan Samaras’ın hızını alamadığını şu başlıkla ilan ediyordu: “İstediğimiz zaman MEB ilan ederiz.” Bu açıklamayı o günlerde Yunanistan’ı ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın yanında yapmıştı. Hollande da yangına benzinle gitmişti: “Doğu Akdeniz’de doğal gaz yataklarının bulunması Yunanistan için de Avrupa için de fırsattır… Deniz hukukunun üstün çıkacağına inanıyorum. Fransa bu yataklardan Yunanistan ile birlikte yararlanabilirse bunu yapacaktır.” (Bunun şuur altı tercümesi, Türkiye enerji pastasından pay almamalıdır ve almayacaktır.)
( Türkiye’nin sahip olması gereken münhasır ekonomik bölge )
GÜNEY KIBRIS KOÇ BAŞI
Doğu Akdeniz’de AB ve ABD himayesinde -Yunanistan’dan önce – Güney Kıbrıs koç başı olarak kullanıldı. Rumlar önce 26 Ocak 2007 tarihinde bir yasa ile, Mısır, GKRY ve Lübnan’ın sözde MEB sınırları içinde adanın güneyinde 13 adet petrol arama ruhsatı sahası ilan ettiler. Bunlardan beş adeti müstakbel Türk sahasına taşıyordu. Diğerlerinde de KKTC’nin devredilemez hakları söz konusu idi. 12. parsel ise İsrail/Hayfa’ya 90 mildeydi. Bu sahada petrol ve doğal gaz sondaj çalışmalarına başlayacaklarını, Ağustos 2011 de uluslararası kamuoyuna duyurdular. 11 Şubat 2012 günü Rumlar, önceden ilan ettiği diğer sahalarda ikinci tur lisans ihalesi ilanını yayınlandı. Geçen hafta içinde de 6, 8 ve 10 numaralı parseller için üçüncü tur ihaleye çıktılar. Bu kapsamda Norveçli PGS şirketine ait “Ramform Tethys” Rum karasularında sismik araştırmalara başladı. 2017 Şubat ortasına kadar bölgede sürecek olan sismografik araştırma, 10 numaralı parselin tamamıyla 5, 6, 7 ve 11 numaralı parseli kapsıyor.
İsrail, GKRY ve Yunan Ortaklığı. Rumlar, Doğu Akdeniz diplerindeki zenginliklerden yararlanmak için İsrail ve Yunanistan’la birlikte hareket ediyor. Burada kaybeden tarafın Türkiye olması onlar için gayet doğal bir sonuç. Zira Türklerin Akdeniz’den pay almasına ancak kendilerinin at olduğu Avrupa Atlantik yapının karar vereceğini savunuyorlar.
YENİ KONJONKTÜR FARKLI SONUÇLAR
Tabi 15 Temmuz sonrası dönemin dinamikleri artık çok farklı. Yepyeni bir konjonktürle karşı karşıyayız. Türkiye, Suriye ve Irak’ta devlet refleksi ile kendi aleyhinde oluşacak jeopolitik “oldu bitti”lere izin vermeyeceğini 15 Temmuz darbe girişiminin ordu üzerinde yarattığı menfi koşullara rağmen göstermesini bildi. O zaman GKRY ve Yunanistan’ın bu durumdan ders çıkarması gerekmez mi? Bu dev komşu en zor anlarda bile devlet jeopolitiğini korumasını biliyorsa neden Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi kışkırtacak faaliyetlere girişiyorlar? Neden GKRY açık deniz devriyesi maksadıyla savaş gemisi satın alıyor? Eğer 1958 Zürih ve Londra kurucu antlaşmaları halen yürürlükte ise -ki yürürlükte- bu hukuksuz davranışa neden tevessül ediyorlar? Silahlı Kuvvetler kuramayacaklarını bilmiyorlar mı? Yeni gemiler alsalar da, AB savaş gemilerini yardıma çağırsalar da, Türk donanmasının, müstakbel Türk MEB’indeki her saha ihlallerinde Rum araştırma gemilerini saha dışına sürmekten vazgeçmeyeceğini düşünemiyorlar mı? Onları bir kez daha ikaz edelim: “Ateşle oynamayın.” 15 Temmuz 1974 ile 20 Temmuz 1974 arasında yaşanan 120 saati yaşlı Rumlara bir kez daha sorun.
03 Aralık 2016
Sabahattin Önkibar, Aydınlık
Damadı Rum olan Cumhurbaşkanı eşine AB rüşveti!
Onur Öymen, Soner Polat ve Saygı Öztürk’le beraber özel davetle Kıbrıs’taydık.
Abartısız her çevrenin nabzını tuttuk.
İşte gözlem ve dinlediklerimizin özeti:
Seçmenden yüzde 37 oy alıp Cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Akıncı’ya Kıbrıs’ta her kesimde büyük tepki var.
ABD vatandaşı olan Rum kökenli damadı için dehşet iddialar dinledik.
AKINCI’NIN DERDİ NOBEL!
Keza KAYAD (Kadın Hakları Derneği) başkanlığı yapan eşi Meral Akıncı‘nın Avrupa Birliği fonlarından 309 bin Euro yardım aldığının belgesini önümüze koydular.
Ondan önemlisi Mustafa Akıncı’nın müzakere heyetinde Rumların maaş verdiği isimlerin olduğu söylendi ve ayrıntılar verildi.
En çok duyduğumuz cümle Mustafa Akıncı’nın NOBEL almak için Kıbrıs’ı peşkeş çekeceği iddiasıydı.
Akıncı çevresinde Anatavan kelimesi artık rafa kalkmış.
Yapılan müzakerelerde ise Kofi Annan tavizinin bile gerisine düşülmüş.
Başka bir ifade ile Mustafa Akıncı Batı’ya cici görünme adına Rumlara Annan’da peşkeş çekilenlerin çok ötesinde jestler yapıyormuş!
AVRUPA BİRLİĞİ İÇ SAVAŞ PEŞİNDE
Kıbrıs’taki AB’ci yüzde 15’lik marjinal güruhun dışındaki büyük kitleye göre Avrupa Birliği’nin amacı Kıbrıs’ta iç savaş çıkarmak ve bu şekilde adanın tamamına el koymakmış.
Müzakerelerde mal paylaşımı en büyük sorun ve iç savaşı tetikleyecek konu olarak görülüyor.
Mustafa Akıncı ile Rum yanlısı müzakere heyetinin yanlışlarıyla başta Girne pek çok yerde 50’ye yakın Türk köyü boşaltılıp Rumlara teslim edilecek ki bunların içinde 1975’lerde Karadeniz’den göç edenlerin onlarca yıldır vatan yaptığı yerleşim merkezi var.
Avrupa Birliği bütün Kıbrıs’ta üs kurmuş durumda.
Tamı tamına 59 AB vakfı Ada’da faaliyet yapıyor ki bütçeleri onlarca milyon dolar.
Amaçları gençliği devşirip Türkiye’yi reddeden bir kuşak oluşturmak.
SERDAR DENKTAŞ TEK ÜMİT!
Kısacası, AB açıktan soğuk savaş mücadelesi veriyor.
Sesi kesilen geniş kesimin tek talebi ise Ada’da iki ayrı devlet ya da hükümranlık.
Halka göre Kıbrıs’a barış aslında 1974 Barış Harekatı ile gelmiştir.
Bugünkü arayışlar ise emperyal dayatmalardır.
Bu arada AKP’nin göreve getirip uzun yıllar makamda tutttuğu ve tepkiler üzerine görevden aldığı diplomat kökenli olmayan önceki Türkiye Lefkoşa elçisine Kıbrıs’ın milli kamuoyunda büyük tepki var zira sürekli AB ile ortak hareket etti dediler.
Kıbrıslılara göre Ada ancak Denktaş Modeli ile var olmayı sürdürebilir.
İşte bu milli model için de Serdar Denktaş’ın Cumhurbaşkanı olmasını istiyorlar.
Tespitlerime göre oğul Denktaş, ilk cumhurbaşkanlığında seçimin favori adayı olacak.
ASİL NADİR İLE BESİM TİBUK
Bir başka notumuz Kıbrıs medyası ile alakalı.
Maalesef Kıbrıs medyasının tamamanı yakını AB yardakçısı yani gayri milli.
Asil Nadir gibi birinin medyası bile Mustafa Akıncı’ya yaranmak ya da ondan ihale alma adına o yönde yayın yaptığı söylendi.
En milli olan ise Besim Tibuk‘un TV’si dediler..
Kuşkusuz bunlar gözlemlerimizle beraber dinlediklerimizdir.
Cumhurbaşkanı Akıncı cevap vermek isterse sütunumuz açıktır.
https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/2016-aralik/damadi-rum-olan-cumhurbaskani-esine-ab-rusveti
27 Kasım 2016
Cem Gürdeniz, Aydınlık
Kıbrıs’ta Türk jeopolitiği mi kazanacak?
7 -11 Kasım 2016 tarihleri arasında İsviçre/Montreux kentinin Mont Pelerin kasabasında yürütülen Kıbrıs görüşmelerine Rum tarafının talebi ile ara verilmiş ve süreç 8 gün sonra 20 Kasım’da Cenevre’de devam etmişti. Bu görüşmelerden 17 aydır devam eden Kıbrıs barış sürecini son aşamaya taşıyacak beşli konferans tarihinin çıkması bekleniyordu ancak olmadı.
BİZE ŞANS GETİREN MONTREUX
Görüşmeler 22 Kasım’da başarısızlıkla sonuçlandı. Montreux bize yine şans getirdi. Tabi burada Kıbrıslı Rumların kendi içlerinde bölünmüş olmalarının da hakkını vermeliyiz. Muhalefetin ağır baskısı bu sonucu getirdi. 2004 baharındaki Annan Planı’nda da aynısı olmuştu. Türklerin evet oyu ile referandumda kendi devletlerini yok etme gafleti, Rumların hayır oyu sayesinde önlenebilmişti. Anastasiadis’e “Zirvede hiçbir karara imza atma” uyarısı yapan muhalefet partileri tarihi tekrar ettirdiler. Eğer İsviçre görüşmeleri başarılı olsaydı toprak ve harita konusu ile güvenlik ve garantiler gibi tüm hayati konuları nihai karara bağlayacak beşli konferansın kapısı açılacaktı. Konferansta anlaşmanın iki halkın eş zamanlı onayına sunulacağı referandumların tarihi de belirlenecekti.
TÜRK ASKERİ İSTENMİYOR
Basına sızan bilgilerden görüşmelerin kesintiye uğramasının temel nedenlerinden birinin Rumların adadaki Türk askerinin çekilmesi konusunu -gündemde olmamasına rağmen- masaya getirmiş olmaları. Şimdi taraflar Kıbrıs’a dönerek yeni durum muhakemesine yönelecekler. Tartışılan planın Annan Planı’ndan pek farkı yok. Türk askerinin adadan geri çekilmesi konusunda KKTC Cumhurbaşkanı’nın 2004 döneminin aksine direnmesinin hakkını verelim ancak bu yetmez. 33 yıldır bağımsızlık onurunu yaşamış bir devletin başının, birleşmenin siyasi, ekonomik, sosyolojik ve askeri açılardan Anadolu’ya ve kendi halkına neler kaybettireceğini tarihten ders alarak algılamış olması gerekir.
RAUF DENKTAŞ DERSLERİ
2004 baharında arsız Annan Planı’na Türklerin evet deme gafletinin devlet eliyle teşvik edildiği bir konjonktürde, rahatsızlığı nedeniyle Burgenstock/ İsviçre’ye gidemeyen KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş, görüşmelerde ortaya çıkan metne bir mektupla itiraz etmiş ve son sözünü söylemişti:
“Bu planda egemenlik yoktur. O halde nüfusumuz çapında etki sahibiyiz ve böyle olmaya devam edeceğiz. Bunun ötesinde bize verildiği iddia edilen sözde haklar ve diğer çıkarlar, Rumlar lehine tadil edilen dengelerle anlamını yitirmektedir… İki kesimlilik bozulmuştur, tanınmayacak şekilde sulandırılmaktadır ve ileride Rumların kuzeye sahip olmasını önleyecek diye bize sunulan tedbirler de kalıcı değildir. AB normlarına aykırı addedilecekleri ve zamanla ortadan kaldırılacakları açıktır… 1960 Anlaşması üç yıl devam edebilmişti. Halkımızın çoğunu göçmen ve topraksız bırakacak olan bu yeni zorlama, kanımca hepimizi derinden üzecek sonuçları verecektir.”
BİR BÜYÜKELÇİNİN SÖZLERİ
33 yıl önce, 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC devleti kurulduğunda Dışişleri Bakanlığında Kıbrıs’tan sorumlu dairede görevli olan Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik de geçen hafta KKTC’de medyaya verdiği bir demeçte şunları söyledi:
“Meslek hayatımın kendimce en şerefli günüydü… Bana göre Kıbrıs meselesi işte o andan itibaren çözüme kavuşmuş oldu. 1974’te Türkiye’nin Barış Harekâtı’yla sağladığı başarı o gün somut bir anlam kazandı. Kendi egemenliğine, toprağına, kendi halkına sahip bağımsız bir devlet ortaya çıktı. Bizlere düşen, Kıbrıs Türk halkına düşen, bu devleti yaşatmaktır. Çünkü Kıbrıs sorununun tabii çözümü iki devletli bir çözümdür. Ama bu tabii çözüm, aslında eyalet, kanton veya vilâyet statüsünde olan iki yapıdan oluşan bir federal düzenin –kelime oyunlarıyla, İngilizce’den Türkçe’ye tercüme oyunlarıyla– kamuoyuna iki devletli federasyon olarak takdim edildiği iki devletli bir çözüm değildir… Halen yapılmakta olan, iki devletli federasyon kisvesi altında Türk tarafına göre yok hükmündeki 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temeli üzerinde ve çatısı altında iki eyaletli sözde bir federal çözüm arayışıdır… Şimdi bütün işaretler odur ki, Rumlar gerçek bir federasyon altında ya da çerçevesinde Türklerle beraber yaşama iradesine sahip değillerdir… Bu yüzden de sakat bir çözüm şekliyle Kıbrıs sorunu halledilse bile Ada’da sürekli bir barış ortamı meydana gelmeyecektir…”
BİR AMİRALİN YAZDIKLARI
Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Ege Denizi Görev Kuvveti Komutanlığı görevini yürütmüş olan Emekli Koramiral Sabahattin Ergin de 2010 yılında yazdığı bir makalede şunlara vurgu yapıyordu:
“Kıbrıslı Türklerin, varlıklarını korumak ve sürdürmek amacıyla kurdukları bu devletin varlığı, siyasi hukuk bakımından, diğer devletlerin tanımalarına bağlı değildir. Bu devletin varlığı, onun amacına ve Uluslararası Hukuka göre sahip olduğu hak ve çıkarlarının korunmasına dayanır. KKTC, başta BM Antlaşması ve belgeleri olmak üzere, tamamen UA Antlaşma ve yasalardan kaynaklanan haklara uygun olarak kurulmuştur ve bunda, hiçbir şüphe ve eksiklik söz konusu değildir… Bize göre müzakerelerin amacı, zaman içinde KKTC’yi yok etmektir…“
TÜRK JEOPOLİTİĞİ KAZANMALIDIR
Cenevre dönüşü Akıncı şunları söyledi: “Çözümün ancak eşitlik, özgürlük ve güvenlik çerçevesinde bulunabileceğini her zaman aklımızda tuttuk. Kıbrıs Rum toplumunun haklarına saygılı olurken Kıbrıs Türk halkının haklarına saygı beklerdik.”
Umalım ki Akıncı Hükümeti, jeopolitiğin saygı ile alakalı olmadığını tarihten ders alarak öğrensin. Montreux bozgununa uğrayan BM planında ısrarcı olmasın ve her alanda gerilemeye başlayan Avrupa Atlantik yapının geçmiş aldatmalarına rağmen göstermelik bir federasyon planına halkını razı etmesin. Federasyon hayata geçer ve Türk askeri adadan çekilirse Anadolu’nun ışıkları karanlığı yırtamaz. Türkler kaybeder. Tarih bir daha Rumlara “Bekledim de gelmedin” şarkısını söyletmesin. Buna izin vermeyin. Bu kez Türk jeopolitiği kazansın.
02 Ekim 2016
Cem Gürdeniz, Aydınlık
GKRY Eski Lideri Hristofyas’ın itirafları ve KKTC dersleri
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) 2008-2013 yılları arasındaki lideri Dimitris Hristofyas, ay içinde “Sessizleştirilen Tarih” isimli siyasi bir anı kitabı yayınladı. Kitabında stratejik ve hatta jeopolitik düzeyde önemli değerlendirmelerde bulunuyor. Kitabında açık şekilde Kıbrıs’ın, ABD’nin ve İngiltere’nin bir sömürge üssü olduğunun altını çiziyor. Bu duruma gelmenin nedenini Kıbrıs’ın coğrafyasına bağlıyor ve şunları söylüyor:
“Kıbrıs coğrafi olarak Güneydoğu Akdeniz bölgesinde seçkin bir yere sahip. Kıbrıs, birçok kez Asya, Afrika, Avrupa kavşağı ve Ortadoğu’nun kopmaz bir ada parçası olarak tanımlanmıştır. Kıbrıs’ı kontrol eden tüm Ortadoğu, Güneydoğu Akdeniz, Afrika, Asya ve Avrupa’ya giden yolları kontrol etmektedir. Yani, Kıbrıs ezelden beri önemli bir jeostratejik konuma sahiptir.”
NATO’YA YAKLAŞMAK BEDEL ÖDETTİRİR
Kitabında mevcut Rum Yönetimi’nin Kıbrıs’ın geleneksel dostu Rusya’dan uzaklaşarak ABD’ye ve dolayısı ile NATO’ya yaklaşmasını eleştiren Hristofyas bunun sonucunun bedel ödemek olduğunu söylüyor. Aslında tam da somut bir olguya dikkat çekiyor. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Akdeniz havzasında ABD’ye ve NATO’ya soğuk savaş sonrası stratejik perspektifte sırtını yaslayıp da güvenli ve mutlu olmuş ülke pek yok. İşte Kaddafi. Son yıllarında ABD ve AB’ye yaklaştı, bunun sonucunda sokakta linç edildi. İşte Libyalı muhalifler. ABD sayesinde kendi tabirleri ile demokratik şeriat devleti kurdular sonunda iç savaşla paramparça oldular. Daha da ileri gittiler ve kendilerine sözde refah ve demokrasi getirecek ABD Büyükelçisi’ni 2013 yılında Bingazi’de linç ettiler. İşte Irak. Irak’ı işgal harekatının adını Iraqi Freedom (Irak’a Özgürlük) olarak seçen ABD ve koalisyon ortakları savaşta Ortadoğu’nun en gelişmiş, en eğitimli, kadın erkek eşitliğine en yakın ülkesini paramparça ettiler. Savaşta büyük şehirlerin kanalizasyon sistemleri bile imha edildi. İşte Suriye. ABD önderliğinde insan hakları ve kadın özgürlüklerinin en geri olduğu, Vahabi İslam’ın kalesi Suudi Arabistan’ın desteklediği koalisyonun önceden barış içinde yaşayan Suriye halkını ne hale getirdiğini; PKK uzantısı PYD’nin Türkiye Cumhuriyeti ve Suriye aleyhine kimlerin himayesinde neler yaptığını 2012 yılından bu yana izliyoruz. İşte Türkiye. 15 Temmuz faciasından sonra pek yoruma gerek yok herhalde. Stratejik müttefikimiz himayesindeki FETÖ’nün kendi halkına ateş açabilen bir silahlı kuvvete dönüştürülmesine ve bu gücü sahneye koymasına ABD ve NATO müttefiklerimizin sessiz kalması bile Hristofyas’ın “bedel öderiz” saptamasına en güzel örnek. Zira 1960 sonrası Makarios’un Yunanistan’dan ve Batı’dan uzaklaşarak Sovyetlere yaklaşması, ırkçı EOKA-B örgütü üzerinden Nikos Sampson denen teröriste Yunanistan ve Batı destekli darbenin yolunu açmış ancak darbe hiç hesaplanmayan Türkiye müdahalesi ile karşılaşmıştı.
TÜRKİYE’NİN DESTEĞİ İLE AB ÜYESİ YAPILAN GKRY
Kıbrıs, 2004 yılından bu yana ABD dışında AB ipoteğinin de altına girdi. Yunanistan ve Almanya’nın karşılıklı taviz ve manevraları ile AB’ye tam üye yapıldı. Ne acıdır ki Türkiye, dışişlerimizin jeopolitik körlüğü nedeniyle bu gidişe dur diyemedi ve AB sınırlarını Doğu Akdeniz’de İsrail, Mısır, Lübnan ve Suriye’nin deniz sınırlarına kadar uzatmış oldu. Doğu Akdeniz, AB denizine dönüştürüldü. Türk Hükümeti, dışişleri bürokratlarının ve hatta zamanının Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve karargahının da tavsiyesi ile KKTC’den vazgeçme ve “Yes be annem“ sloganı ile Birleşik Kıbrıs’ın parçası olmayı kabul etti. Söz konusu jeopolitik körlüğün reel politika bir yana temel mantık ile izah edilmesi pek zordur.
YENİ DURUM YENİ DURUM MUHAKEMESİ
15 Temmuz sonrası Türkiye yeni bir durum muhakemesi yapmak zorundadır. Zira 15 Temmuz’da devletimize karşı topyekun bir saldırı düzenlenmiştir. Bu saldırının başarılı olması durumunda KKTC kesin kaybedilirdi. Zira Atlantikçi yeni hükümet küresel hegemonların dileğini yerine getirecekti. Belki de bu satırlar yazılırken Türk kolordusu çekilmiş bile olurdu. Milli kimliğini kaybetmiş ve KKTC’den çekilmiş bir ordu, adadaki Türk halkı yeni katliamlara maruz kaldığında değil adaya çıkarma yapmak, ada üzerinde uçuş bile yapamaz duruma gelirdi. Herhalde ELAM isimli Rum milliyetçisi Kıbrıs teröristlerine gün doğardı. Akdeniz, değil Türklerin doğal gaz ve petrol kaynaklarından pay alarak zenginleşeceği bir ortam, ancak onların sallar ve uyduruk teknelerle Anadolu’ya yönelik kitlesel göçüne aracı olurdu.
AKINCI HRİSTOFYAS’IN KİTABINI OKUSUN
Dilerim KKTC Lideri Akıncı, Hristofyas’ın kitabını okur da ders alır. ABD ve AB’nin kuyruğuna takılıp mutlu ve güvenli olan devletler varsa Mustafa Akıncı halkımızı aydınlatsın. KKTC’nin kaybedilmesinin Türkiye’de büyük bir moral çöküntüsü yaratacağı gerçektir. Maalesef 15 Temmuz sonrası azaltılması gereken ama irrasyonel popülist politikalarla her geçen gün bozulan milli beraberlik ruhuna ve keskinleşen kutuplaşmaya benzin dökmekten farkı olmayacaktır. Emperyalizm başaramadıkları 15 Temmuz’un intikamını Yeni Federal Kıbrıs Devleti’nin kurulması ve Türk garantörlüğünden vazgeçirmesi ile alacaktır. O günü düşünmek bile istemeyiz.
https://www.aydinlik.com.tr/gkry-eski-lideri-hristofyasin-itiraflari-ve-kktc-dersleri
28 Ağustos 2016
Cem Gürdeniz, Aydınlık
Akdeniz Kalkanından Fırat Kalkanına
Brüksel’deki NATO karargâhındaki Türk Delegasyonu, 1 Nisan 2006 sabahı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de “Akdeniz Kalkanı-Mediterranean Shield” isimli enerji güvenliğine yönelik deniz harekâtının başlatıldığını yazılı bir açıklama ile tüm ittifak üyelerine ve dünyaya duyurdu. Bir yıl önce de Karadeniz’de “Karadeniz Uyumu Harekatını” başlattığını tüm dünyaya ilan etmişti. Akdeniz Kalkanı, Akdeniz’deki BTC (Bakü-Tiflis-Ceyhan) kaynaklı enerji rotalarının güvenliğine yönelikti. Bu, harekâtın görünen amacıydı.
AKDENİZ’DEKİ TÜRK EGEMENLİĞİNİN KORUYUCUSU
Harekatın, Güney Kıbrıs’ın 17 Ocak 2003’te Mısır ile ve 17 Şubat 2005’te Lübnan ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma antlaşmalarına da bir tepki idi. Bu harekât sayesinde Türkiye, Kıbrıs adası civarında Rumların yapacağı sismik araştırmaları yakından takip edebilecek ve caydıracaktı. 2010 yılında Wikileaks ile ortaya çıkan ABD belgelerinden birinde 2006 yılında ABD Ankara Maslahatgüzarı McEldowney’in başkentine çektiği bir mesajda, “Türklerin Doğu Akdeniz’de planladığı yeni ulusal deniz harekâtının BTC boru hattı işletmeye açıldığında artacak tanker trafiği açısından mantıklı göründüğünü; ancak bu harekâtın Türk donanma etkinliğini Kıbrıs yakınlarında artırma ve orada muhtemel bir reaksiyona neden olacağını” belirtiyor, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de artacak hâkimiyetinin, Kıbrıs konusunda Yunanistan ile olan gerilimi yükseltebileceğine dikkat çekiyordu. Harekât çerçevesinde Mersin ve Magosa’da fırkateyn, tanker ve korvet konuşlandırılması başlatıldı. Bu durum sadece NATO’yu değil İsrail’i de tedirgin etti.
GENELKURMAY’DAKİ NATO’CULAR
Akdeniz Kalkanı Harekatını aslında Deniz Kuvvetleri olarak 2005 yılında başlatmayı planlamıştık. Ancak Genelkurmay’da NATO’dan daha çok NATO’cu olan bazı Türk subayları harekatı başlatmamızın Akdeniz’de devam eden Etkin Çaba Harekâtını yürüten NATO’yu gücendireceğini ileri sürerek dönemin İkinci Başkanı ve J5 Başkanı olan karacı generalleri ikna etmiş ve harekat buzdolabına kaldırılmıştı. Ancak 22 Şubat 2006 tarihinde bir Kıbrıs Rum konteyner gemisi (Able F) Mersin limanına korsan gibi girince, Genelkurmay Başkanlığı yaptığı büyük hatanın farkına varmış, konu tekrar masaya getirilmişti.
AB AKDENİZ KALKANINI ŞİKAYET EDİYOR
Doğu Akdeniz’de 2006 sonrası yaşananlar, AB’nin 2009 Türkiye ilerleme raporunda Türk Deniz Kuvvetleri’nin ismen şikâyet edilmesine kadar gitti. 2009 AB ilerleme raporunun (Turkey’s progress report) 32’nci sayfasında yer alan şikâyette, “Türk Donanması bu rapor döneminde Kıbrıs Cumhuriyeti namına petrol arayan sivil tekneleri engellemiştir” deniyordu. Bu rapordan yaklaşık 3 ay sonra bu satırların yazarı ve kumpas şehidimiz Amiral Cem Çakmak, Balyoz kumpası ile tutuklanıyordu.
KÜRTLER DENİZE ÇIKIYOR
Balyoz davası başta olmak üzere kumpas davalar ile Deniz Kuvvetleri 40 Amiral ve 400 en iyi denizcisini kaybettikten sonra Irak Federal Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani, 17 Kasım 2013 günü “Kuzey Kürdistan’a Hoş geldiniz“ sloganıyla karşılandığı Diyarbakır ziyaretine başladı. Ziyaretin hemen ardından partisi KDP’nin internet sitesinde İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin 21 ilini kapsayan büyük Kürdistan haritası yayımlandı. Haritaya göre Barzani’nin hayalindeki Kürdistan’ın Akdeniz’de de kıyısı vardı. İskenderun Körfezimizde neredeyse Yumurtalık limanının güneyinde kalan tüm sahillerimiz sözde Kürdistan’a dâhil edilmişti. Akdeniz’de kabaca 30 millik bir kıyı şeridine sahip olmayı amaçlıyorlardı. Atlantik sisteminin zafer çığlıkları attığı bir dönemden bahsediyoruz. Barzani’nin hayalindeki ABD, AB ve İsrail üçlüsünün himayesinde kurulabilecek sözde Kürdistan, bu kıyı şeridine sahip olduğu takdirde karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, bitişik bölge, balıkçılık bölgesi gibi deniz hukukunun tanıdığı deniz yetki alanlarına sahip olacaktır. Öncelikle donanma ve sahil güvenlik komutanlığı kurarken, deniz ticaret filosu, yeni liman işletmeleri, Kürt petrollerinin ve İsrail gazının Akdeniz’e çıkışını sağlayacak yeni enerji terminalleri geliştirebilecektir. Ortadoğu’nun Basra Körfezine rakip yeni petrol çıkış terminali ikinci İsrail yani Kürt limanları olacaktır. Ama hepsinden önemlisi Kürt Akdeniz koridoru üzerinde AB’ye ya da ABD’ye kullanım hakkı verilecek bir deniz ve hava üssünün varlığı, bölgedeki tüm jeopolitik dengeleri alt üst edecektir.
LİMAN JEOPOLİTİK NEFES ALANI DEMEKTİR
Unutmayalım ki günümüzde deniz ulaştırmasının yerine geçecek bir başka stratejik ulaştırma metodu maliyet fayda perspektifinde söz konusu değildir. Küresel hegemonya ya da emperyalizmin asli hayat alanı denizlerdir. Bu yüzyıllardır değişmeyen tunç yasadır. Deniz düşerse, kara da düşer. Kumpas davalarda neden deniz kuvvetlerinin odak olduğu böylece daha iyi anlaşılır. Ancak emperyalizm bunu başaramadı. Ne kumpas davalar ne patlatılan bombalar ne de 15 Temmuz girişimi Anadolu’yu teslim alabildi.
FIRAT KALKANI, AKDENİZ KALKANI İLE KARDEŞTİR
Her iki harekat yapışık ikizlerdir. Türkiye’nin jeopolitik varlığı her iki kalkanın çelik ve sarsılmaz bir irade ile Anadolu’yu korumasından geçer. Kimse 15 Temmuz sonrası zayıflayan Türk ordusu ve Donanması retoriği yapmasın. 1913’te Bulgar orduları Çatalca’ya kadar girmişti. Ama 1915’te aynı ordu Çanakkale’de destan yazdı. Aynı ordu İngiliz Tommy’leri kaçar gibi Gelibolu yarımadasından defetmişti. Unutmayın tarih daima Türklerin yanında olmuştur. Bir daha vurgulayalım. Zaman birlik olma ve emperyalizme direnme zamanıdır. Bunu 94 yıl önce Kocatepe’de başlayıp Dumlupınar’da sona eren Büyük Taarruz’la başardık. Yine başarırız.
https://www.aydinlik.com.tr/akdeniz-kalkanindan-firat-kalkanina
pS1.
Annan Planı oylamasından önce, Batı’dan KKTC’ne oluk oluk paralar akıtıldı. Sendikalar, dernekler, sivil toplum örgütleri, medya, muhalefet vs. dollar ve euro’ya boğuldular.
Hep bir ağızdan “Yes be annem“ diyorlardı.
Türkiye’deki koro da “Ver de kurtul” diyerek ihanete eşlik ediyorlardı.
Batılı kaynaklardan biri de, Hasna idi.
Bakınız:
“Aydın Doğa kimdir?” başlıklı yazıdan:
… Seçimlerde Doğan medyası önceden hazırlanmış psikolojik harekât planıyla AKP dışındaki tüm partileri yıpratarak bugünkü hükümetin yolunu açtı.
Sayın Aydın Doğan’ın eski “iyiliklerini” anlattıktan sonra gelelim son iyiliğine. Aydın Doğan bugünlerde de Avrupa Birliği’yle ortak olarak Kıbrıs, Amerika ve İsrail’le birlikte de Güneydoğu Anadolu projesi üzerinde çalışıyor. Bu operasyonlarla ilgili olarak Doğan Vakfı kullanılmakta. Doğan Vakfı bu iş için Amerika Washington’da “Hasna” isimli bir dernek kurdu. ( http://hasna.org/about-us/faq/ ) Bu derneğin başında Nevzer Gülümser Stacey adında karışık bir şahsiyet bulunuyor.
Derneğin ilk amacı Kıbrıs’ta Avrupa Birliği politikasına uygun bir şekilde iki kesimli ve Rum hâkimiyetine dayalı bir devlet kurmak. Bu amaçla her ay
onlarca Kıbrıs Türkü gazeteci ve yazar Amerika’ya gönderilerek burada yağlıballı geziler ve Rum tezlerini anlatan kurslara tabii tutuluyorlar. Derneğin çıkardığı “Hasna Journal” isimli gazete de her sayısında Denktaş ve Kıbrıslı Türk milliyetçileri aleyhine türlü karalama ve küfür kampanyaları düzenliyor.
Hasna’nın diğer bir ilgi alanı da GAP bölgesi. Burada sulama projeleri kapsamında İsrail’le işbirlği içinde Kibutzlar açılması ve bölge halkının kendi kendini yönetmesi kapsamlı çalışmalar var. Doğan Vakfı’nın destek olarak avuç dolusu para verdiği bir diğer dernek de Technology for Peace (Barış için teknoloji) kuruluşu. ( https://en.wikipedia.org/wiki/Technology_for_peace ) Bu kurumun başında nöroloji doktoru Yannis Lauris isimli Rum istihbaratıyla ilişkili bir Rum bulunmakta.
Sayın Doğan’ın vakıf ve hayır faaliyeti adına giriştiği işler ne kadar ilginç değil mi? Sayın Doğan’ın ülkemize “geçmişte” yaptığı iyilikler için 1999 senesinde Devlet üstün hizmet madalyası aldğını göz önüne alırsak. Bu son faaliyetleri içinde Avrupa’dan “Legion de Honeur” ve Amerika’dan “Medal of Freedom” alacağını da tahmin edebiliriz.
(Kaynak: http://www.drtus.com/yeni/m/anasayfa.php?sayfa=forumlar&islem=konuoku&cat_id=5&forum_id=40&topic_id=13821 )
(Ayrıca : https://twitter.com/ustakiloyunlari/status/671010823624646656 )
(Ayrıca : http://forum.memurlar.net/konu/528112/ )
Önceden, web’de ‘Hasna’nın kurucusu olarak Doğan kolaylıkla bulunabiliyordu. Artık bu bilgiye erişilemiyor ya da zor. Hatta ünlü bir gazetecinin de ismi geçiyordu, o da aynı.
Ve ne ilginç bir çelişkidir, değil mi:
Siyonist emperyalizm, Türklerin kuyusunu kazarken bile, çevirdiği düzenbazlıkları, içimizdeki işbirlikçiler eliyle yine Türk Milleti’nin cebinden finanse ettiriyor.
pS2.
(…) Görünürde İngiltere’ye ait olan İKİ ÜS var Güney Kıbrıs’ta:
Biri Dikelya; diğeri Ağrutur.
Bunlardan biri DOĞRUDAN İsrail’indir.
Diğeri de İsrail’in herdaim hizmetine açıktır.
10 bin’in üzerinde ÖZEL YETİŞTİRİLMİŞ (SAT misali düşünün) İNGİLİZ KOMANDOSU bu üslerden birine yerleştirildi.
Nasıl ki ABD, LOZAN’ı tanımıyorsa;
İngiltere de HATAY cumhuriyetini kabul etmiyor.
Yani orayı Türkiye’den saymıyor.
Yani İngiliz komandoları:
Koridor (KUZEY İSRAİL) için HATAY’a gireceklerdi.
Ve hâlâ bu plan geçerliliğini koruyor.
Bakın PKK toprak alıyor; İskenderun ile Dörtyol’da.
Demek ki Türk askeri;
Suriye devlet kuvvetleri Suriye’de hakimiyet sağlamadan,
ASLA GERİ ÇEKİLMEMELİ.
(…) İsmet Özçelik uyarıyor.
– “İngilizler Güneydoğu’da ne arıyor?..” (24 Eylül 2016, Aydınlık: http://www.aydinlik.com.tr/ingilizler-guneydoguda-ne-ariyor )
– “ABD’nin 2. darbe hazırlığı…” (25 Eylül 2016, Aydınlık: http://www.aydinlik.com.tr/abdnin-2-darbe-hazirligi )
Hasan Atilla Uğur uyarıyor.
Çok çarpıcı ayrıntılar veriyorlar. (…)
( https://26august.wordpress.com/2016/10/10/fetocu-darbe-gerceklesseydi/ )
pS3
– İSRAİL’İN DOĞALGAZ TEZGAHI ( https://26august.wordpress.com/2015/12/20/israilin-dogalgaz-tezgahi/ )
– DOĞU AKDENİZ ve YENİ PETROL KANUNU ( https://26august.wordpress.com/2013/10/19/dogu-akdeniz-ve-yeni-petrol-kanunu/ )
– DOĞU AKDENİZ’DE BİRİKEN GAZ ( https://26august.wordpress.com/2013/10/19/dogu-akdenizde-biriken-gaz/ )
– KIBRIS GİDERSE ( https://26august.wordpress.com/2015/12/27/kibris-giderse/ )
– KIBRIS ve MÜLTECİ KAZIĞI ( https://26august.wordpress.com/2015/12/02/kibris-ve-multeci-kazigi/ )
– KIBRIS: “MİLLET YAPAR” ( https://26august.wordpress.com/2013/10/23/kibris-millet-yapar/ )
– BARZANİ’NİN KÜRDİSTAN HARİTASI, KIBRIS VE AKDENİZ ( https://26august.wordpress.com/2013/12/08/recebin-parlayan-davud-yildizi/ )
– KIBRIS DA KRALLIK TOPRAKLARINDA ( https://26august.wordpress.com/2013/12/08/kibris-da-krallik-topraklarinda/ )
– EY TÜRK DÜŞMANINI TANI ( https://26august.wordpress.com/2015/12/11/ey-turk-dusmanini-tani/ )
– VER DE KURTUL !.. ( https://26august.wordpress.com/2013/08/29/ver-de-kurtul/ )
– NEDEN MAVİ VATAN ( https://26august.wordpress.com/2013/10/19/neden-mavi-vatan/ )
– DENKTAŞ KOMİTESİ KURULSUN ( https://26august.wordpress.com/2015/12/14/denktas-komitesi-kurulsun/ )
– DENKTAŞ, KIBRIS, BRIC, VD. ( https://26august.wordpress.com/2015/05/22/denktas-kibris-bric-vd/ )
– ATATÜRK’ÜN İSKENDERUN HASSASİYETİ ( https://26august.wordpress.com/2015/06/01/ataturkun-iskenderun-hassasiyeti/ )
– BRICS’TE BİRLEŞMEK ( https://26august.wordpress.com/2016/12/18/bricste-birlesmek/ )
…