“ADİ BİR MAHLUK”

… Aciz, âdî his ve idrakten mahrum bir mahlûk; kabul eden, herhangi bir ecnebînin himayesine girebilir; fakat, böyle bir mahlûkun, bütün islâmların halifesi sıfatını haiz bulunduğunu ifade etmek elbette muvafık değildir.
Böyle bir telâkkinin doğru olabilmesi, evvelemirde, bütün islâm kütlelerinin esir olmaları şartına vâbestedir.
Halbuki, cihanda hakikat, böyle midir?
Biz, Türkler, bütün tarihî hayatımızca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz!
Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilâne sürükliyebilmek için, her türlü mezelleti mubah gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik.
Bu suretle devletlerin, milletlerin, yekdiğerile münasebatında şahısların, bahusus mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa, şahsî vaziyet ve hayatlarından başka bir şey düşünemiyecek pespayelerin ehemmiyeti olamıyacağı hakikati malûmesini teyid ettik…

Şehid M.K. Atatürk

NUTUK‘tan;

… Bundan sonra; meseleye müteallik takrirler, üç encümene: Teşkilâtı Esasiye, Şer’iye ve âdliye Encümenlerine havale olundu. Bu üç encümen heyetinin bir araya gelip; bizim, takip ettiğimiz maksada göre, meseleyi hal ve intaç etmesi elbette, müşkül idi. Vaziyeti yakından ve bizzat takip etmek lâzımgeldi.

Üç encümen, bir odada içtima etti. Riyasetine Hoca Müfit Efendiyi intihap eyledi. Meseleyi müzakere etmeye başladılar. Şer’iye Encümenine mensup hoca efendiler; hilâfetin saltanattan münfek olamıyacağını, maruf safsatalara istinat ettirerek, iddia ettiler. Bu müddeyatın cerh ve nakzında serbest idarei kelâm edenler, ortaya çıkar görünmediler. Biz çok kalabalık olan aynı odanın bir köşesinde münakaşayı dinliyorduk. Bu tarzda, müzakerenin maksut neticeye iktiranına intizar etmek, beyhude idi. Bunu anladık. Nihayet; müşterek encümen reisinden söz aldım. Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle, şu beyanatta bulundum:

“Efendim, dedim. Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına, vazıulyet olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdanberi idame eylemişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmıyacak mıyız? meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.

İşin ciheti ilmiyesine gelince; hoca efendilerin hiç merak ve endişelerine mahal yoktur. Bu hususta ilmî izahat vereyim” dedim ve uzunuzadıya birtakım izahatta bulundum. Bunun üzerine Ankara Meb’uslarından, Hoca Mustafa Efendi, affedersiniz Efendim; dedi biz meseleyi başka noktai nazardan mütalea ediyorduk; izahatınızdan tenevvür ettik. Mesele, Müşterek Encümence halledilmişti.

Süratle kanun lâyihası, teshil olundu. Aynı günde Meclisin ikinci celsesinde okundu. Tayini esami ile reye vaz’ı, teklifine karşı, kürsüye çıktım. Dedim ki, buna hacet yoktur, memleket ve milletin istiklâlini ebediyen mahfuz kılacak esasatı Meclisi Alinin, müttefikan kabul edeceğini zannederim (Reye sesleri) yükseldi. Nihayet, reis, reye koydu; ve müttefikan kabul edilmiştir, dedi. Yalnız menfi bir ses işitildi, “ben muhalifim!”.. Bu sada (söz yok!) sadalarile boğuldu. İşte Efendiler; Osmanlı saltanatının; inhidam ve inkıraz merasiminin son safhası bu suretle cereyan etmiştir.

17 Teşrinisani 1338 tarihli resmî bir telgrafın ilk cümlesi şu idi: “Vahdettin Efendi bu gece saraydan gaybubet eylemiştir.” Bu telgrafnamenin daha bir iki cümlesini 18 Teşrinisani 1338 gününe ait Meclis zabıt ceridesinde mütalea buyurmuşsunuzdur. Fakat, telgrafnamenin, aslında, gaybubetin kimlerin delâletile vukubulduğu ihtimalinden ve emanatın sureti muhafazasından ve saireden bahseden alt tarafı da vardır.

Aynı günkü zabıtta okunmuş olan bir mektup suretile, ona melfuf, – ajanslarla neşrolunmuş – bir beyanname suretini de tekrar okuyalım:

Mektup sureti

Bir nüshasını leffettiğim resmî beyannamede söylendiği veçhile zatı şahane kendisini İngiltere’nin zîri himayesine vazederek bir İngiliz sefinei harbîyesile İstanbuldan müfarekat etmiştir.

17 Teşrinisani 1338. İmza: Harrington

Melfuf olan beyanname sureti

Resmen beyan olunur ki, zâtı şahane vaziyeti hazıra neticesinde hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden, bütün islâmların halifesi sıfatile İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstanbuldan başka bir yere naklini talep etmiştir. Zâtı şahanenin arzusu bu sabah ifa olunmuştur. Türkiyedeki İngiliz kuvvetlerinin Başkumandanı General Sir Charles Harrington zâtı şahaneyi almaya giderek bir İngiliz harp sefinesine kadar kendisine refakat etmiş ve zâtı şahane vapurda Bahrisefit filosu Umum Kumandanı Amiral Sir de Brook tarafından istikbal edilmiştir. İngiltere Fevkalâde Komiser Vekili Sir Nevil Henderson zâtı şahaneyi sefinede ziyaret ederek Kıral Beşinci George’a bildirmek üzere arzularını sormuştur.

General Harrigtonun Ulviye Sultan namında bir kadına gönderdiği Fransızca bir mektup da vardır. Bu mektup, hiçbir cevap verilmemiş olduğu kaydile aynen Refet Paşaya gönderilmiş. O da bize, 25 Teşrinisani 1338 tarihinde suretini bildirmişti. Fransızca mektubun bildirilen Türkçe sureti şudur:

Sultan Hanımefendi Hazretleri, el’an Maltaya yaklaşmakta bulunan zâtı hazreti padişahiden, ailesi ahvalinden malûmat ricasını havi bir telsiz aldım. Bu bapta, geçen Cumartesi Yıldızdan malûmat almış ve kadınefendi hazretlerinin kemali afiyette şâdan olduklarını öğrenmiş ve derhal zâtı şahaneye arzetmiştim. Eğer ailei şahane hakkında malûmat lûtfedebilirseniz onu derhal zâtı şahaneye arzetmekle bahtiyar olurum. Zâtı şahanenin maruz bulundukları müşkülât dolayısile en samimi temenniyatımın zâtı aliyelerine ve ailei şahaneye iblağına müsaade buyurmanızı ve en derin hürmet ve tevkiratının kabulünü rica ederim. İmza: Harrington.

Efendiler, bu son mektup iştigale değer mahiyette değildir. Bundan başka, General Harringtonun, İstanbuldaki askerî memurumuza yazdığı mektubun ve melfufunun muhteviyatı hakkında da mütalea dermeyanını zait bulurum.

Efkârı umumîyeyi, vaziyeti hakikîye ile karşı karşıya bırakmayı tercih ederim. Sakim bir tevarüs usulü neticesi olarak, büyük bir makam, tantanalı bir unvan ihraz edebilmiş bir sefilin, izzetinefsi çok yüksek, asîl bir milleti nasıl hacîl bir vaziyete düşürebileceği, o zaman, daha tabiî surette anlaşılır.

Filhakika, herne sebep ve suretle olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde, tehlikede görebilecek kadar, adî bir mahlûkun, bir dakika dahi olsa, bir milletin resikârında bulunduğunu düşünmek ne hazindir! Şayanı teşekkürdür ki, bu alçak, mevzus saltanat makamından, millet tarafından ıskat olunduktan sonra, denaetini itmam etmiş bulunuyor. Türk milletinin bu takaddümü elbette, takdire lâyıktır.

Aciz, âdî his ve idrakten mahrum bir mahlûk; kabul eden, herhangi bir ecnebînin himayesine girebilir; fakat, böyle bir mahlûkun, bütün islâmların halifesi sıfatını haiz bulunduğunu ifade etmek elbette muvafık değildir. Böyle bir telâkkinin doğru olabilmesi, evvelemirde, bütün islâm kütlelerinin esir olmaları şartına vâbestedir. Halbuki, cihanda hakikat, böyle midir? Biz, Türkler, bütün tarihî hayatımızca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz! Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilâne sürükliyebilmek için, her türlü mezelleti mubah gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Bu suretle devletlerin, milletlerin, yekdiğerile münasebatında şahısların, bahusus mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa, şahsî vaziyet ve hayatlarından başka bir şey düşünemiyecek pespayelerin ehemmiyeti olamıyacağı hakikati malûmesini teyid ettik.

Mustafa Kemal ATATÜRK

pS1.

Ayrıca okunabilir:

Cumhuriyet gazetesinin internet arşivinden edinildiği için, karakter vd. problemler sözkonusudur. Elimizden geldiğince düzeltmeye çalışsak da, tümünü gideremedik ve özellikle “kaynakça” kısmını neredeyse olduğu gibi bıraktık.

24 Kasım 1973
Cumhuriyet, Sf.4

VAHDETTİNİN KAÇIŞI VE SONU

Bilâl N. ŞİMŞİR

Kaçış ‘Selâmlık’tan önce gerçekleşmeliydi..

15 Kasım 1922 Çarşamba günü Vahdettin, Zeki Bey adında bir adamını gizlice İstanbul’daki İngiliz İşgal Orduları Başkumandanı General Sir Charles Harington’a yolladı. Zeki Bey aracılığıyle, Harington’a, “hayatını tehlikede gördüğünden derhal İstanbul’dan başka bir yere götürülmesini istediğini” bildirdi. Harington, konuyu hemen Yüksek Komiser Vekili Mr. Nevile Henderson’a haber verdi. Henderson ile Harington, Halifenin mesajı doğruysa kendisini hemen İstanbul’dan kaçırmağa karar verdiler. Emin olabilmek için durumu bir de Vahdettin’in doktoru Reşat Paşa’dan tahkik etmeyi uygun gördüler. Dr. Reşat Pasa, Damat Ferit Paşa’nın kaç yıldan (?) beri İngilizlerle Vahdettin arasında irtibatı sağlıyordu. İngilizler onun aracılığıyle Sarayla haberleşiyorlardı. Zeki Beyi ise pek tanımıyorlardı. İngiliz Yüksek Komiserliği Baş Drogman [dragoman] Vekili Mr. Matthews aynı gün … Vahdettin’in pek telâşlı olduğunu ve İstanbul’dan uzaklaşmak istediğini doğruladı. (1)

Bunun üzerine General Harington, Mr. Matthews ile Teğmen Kendall’i Zeki Bey ile görüşmek üzere Yıldız Sarayına yolladı. Bu iki İngiliz, 15 Kasım akşamı saat 20 sularında Galatasaray ile Taksim arasında bir Ford taksi kiraladılar. Hava yağışlıydı, sokaklarda pek kalabalık yoktu. Taksi dikkati çekmedi. Sarayın etrafı da ıssızdı. Zeki Bey, hizmetçilerine, gelenlerin yabancı gazeteciler olduğunu söylemişti, taksi şoförüne de öyle bildirdi. İngilizler şüpheyi çekmeden Zeki Beyi buldular. General Harington, hemen aynı gece, birkaç saat içinde Vahdettin’in kaçırılabileceğini bildiriyordu. Bu mesaj Zeki Beye iletildi. Zeki Bey, Halifenin gerçekten en kısa zamanda İstanbul’dan uzaklaşmak istediğini, fakat Cuma sabahı gitmeyi tercih ettiğini bildirdi. Harington, Vahdettin’den bir de yazılı mektup istemişti. (2)

(Vahdettin’in iltica için başvurduğu General Harington, Mudanya Mütarekesi’nin imzasından sonra Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ile:
http://soru.mobi/wp-content/uploads/mudanya-mutarekesi.png
http://www.mudanya.gen.tr/images/stories/mudanya/ismet-inonu-isgalci-komutanlarla.jpg )

( “Harington cenapları Masrafları kim ödeyecek?” )

16 Kasım 1922 sabahı Mehmet Vahdettin’in kendi elyazısıyle yazılmış iki satırlık şu mektubu General Harington’a iletildi: “Dersaadet İşgal Orduları Başkumandanı General Harington Cenablarına İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere Devleti Fehimesine iltica ve bir an evvel İstanbuldan mahallı ahıra naklimi taleb ederim efendim. 16 Teşrinisâni 1922 Halifei Muslimin (İmza) Mehmed Vahideddin” (3)

Ertesi gün cuma idi. Halifenin Selâmlık töreninde bulunması gerekiyordu. Vahdettin bunu göze alamazdı. Törenden önce kaçmaya karar verdi. Halifenin yazılı mektubunu da aldıktan sonra General Harrington hemen kaçırma hazırlıklarını tamamladı. Ertesi sabah için her şey hazırdı.

Yan kapıdan

17 Kasım 1922 cuma sabahı saat 08’de Vahdettin, Sarayın Yıldız barakalarına açılan yan kapısından çıktı. Yanında on yaşındaki oğlu Ertuğrul, Basmabeyinci, Yâver Paşa, Zeki Bey ve maiyeti ile hizmetçilerinden beş kişi daha vardı. Kapının önünde Halife, İngiliz Muhafız Kıtası Kumandanı Albay Steele, Drogman Mr. Matthews, Teğmen Kendall tarafından karşılandı. Hava yağışlıydı. Etrafta pek az kimse vardı, Vahdettin ve yanındakiler iki kapalı sıhhiye arabasına bindirildiler. Arabalar dikkati çekmeden Yıldız Sarayından ayrıldılar. Saat 8.30’da, Tophane’deki İngiliz üssüne inildi. Orada General Harrington, Kurmay Başkanı General Sir H…tings Anderson, Yüksek Komiser Vekili Henderson, Albay Bairri, Vahdettin’i karşıladılar ve hemen “Yıldırım” motörüne bindirilip “Malaya” zırhlısına götürdüler. Gemide, kaptan Payne ile İngilız Akdeniz Donanması Başkomutanı Amiral Sir Osmond Brock, Vahdettin’i karşıladılar. (4)

Kaptan Kamarasına varılınca Yüksek Komiser Vekili Mr. Henderson, “İngiltere Kralı adına, Halifeye, İngiliz topraklarına hoş geldiniz” dedi, herhangi özel bir isteği olup olmadığını sordu. Vahdettin, İngiliz Kralına bir teşekkür mesajı yollanmasını istedi. “Tahtından vazgeçmediğini” söyledi. Nereye götürüleceğini sordu. “Malaya” gemisinin Malta’ya gideceği cevabı verildi. Vahdettin, geçici olarak Malta’ya razı oldu, fakat oraya gittiğinin gizli tutulmasını istedi. Basına yapılacak açıklamada Malta sözü geçmeyecek, diye, kendisine teminat verildi. Halife, basın bildirisinin de ancak öğleden sonra yayımlanmasını istedi. Bu isteği de kabul olundu. Vahdettin, geride bıraktığı ailesiyle yakınlarını İngiliz İşgal Orduları Başkumandanı General Harrington’a emanet etti. Harrington, elinden geleni yapacağı yolunda teminat verdi. Bu arada Vahdettin, akşamdan gemiye sığınmış olan Dr. Reşat Paşa’ya bir mektup dikte ettirdi. Mektupta, kendisinin “Vahdettin” emniyette olduğu Sarayda kalan ailesine haber veriliyordu. Halife bir de Malta’ya varınca yanına Türkçe bilen bir tercüman verilmesini rica etti. Bu konuşmalar on beş dakika kadar sürdü. (5)

Saat 9 sularında “Malaya” zırhlısı demir aldı, İstanbul’dan Malta’ya doğru yollandı. Halife Vahdettin Efendi’nin İngilizlere sığındığı ve bir İngiliz savaş gemisine binip kaçtığı öğleyin farkedildi. İngiliz kaynakları haberi epeyce ayrıntılı olarak basına bildirdiler. Halifenin nasıl Harington’a başvurduğu, nasıl Saraydan alınıp gemiye götürüldüğü açıklandı. Şiddetli yağmur yüzünden kaçırmanın farkedilmediği ve olaysız geçtiği belirtildi. İngiliz haberinin sonunda, “Kemalistler şüphesiz İngilizlerin Halifeye baskı yaptıklarını ileri süreceklerdir, ama bunun aslı esası yoktur. İngiliz birlikleri onu muhafaza bile etmiyorlardı” deniyordu. Bu haber, hemen hemen aynı cümlelerle İngiliz, Fransız, İsviçre basınında çıktı. İngilizlerin, bu olayın ilerde yankıları olursa, sorumluluğu kendi üzerlerinden Kemalistlerin üzerine çevirmek istedikleri belliydi. İngiliz gazeteleri bunu biraz daha kuvvetlendirmek ister yönde yazılar yazdılar. Halifenin son Selamlık töreninde “patetik (?) gösterilere karşı cesur ve vakur” davrandığı, korkmadan törende bulunduğu, fakat 17 Kasım cuma günü öğleyin yapılacak Selamlık töreninde “hayatına kastedilmesinden korktuğu” ve bu yüzden kaçtığı yazıldı. Mustafa Kemal Paşa ile Ankara Hükumetinin ilerde Vahdettin’i yargılamak istedikleri yolundaki haber de kaçış sebebi olarak gösterildi.

Tedbir almıyor

Vahdettin’in kaçtığı duyulur duyulmaz Refet Paşa hemen İstanbul’da tedbir aldı, haberi Ankara’ya telledi. Ertesi gün Büyük Millet Meclisi toplanıp Vahdettin’i Halifelikten iskat etti. Yerine Abdülmecit Efendiyi seçti. 24 Kasım cuma günü yapılan törenle Abdülmecit Efendi resmen Halife oldu. 20 Kasım günü Refet Paşa, yeni Halifenin seçildiğini başka (?) bir notayla İstanbul’daki Yüksek Komiserlere bildirdi. İngiliz Yüksek Komiserliğine sunulan nota şöyleydi: “General Refet Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin 18 Kasım 1922 günlü toplantısında, yabancı bir gemiye sığınmış olan Vahdettin Efendi’nin ıskatına oybirliğiyle karar verdiğini bildirmekle onur kazanır. Aynı toplantıda, Osmanlı hanedanından Abdülaziz oğlu Abdülmecit Hazretleri, Müslümanların Halifesi olarak seçilmiştir. İstanbul, 20 Kasım 1922.. (Mühür)” (6)

Değişik yankılar

Vahdettin’in kaçışı Fransız basınında biraz değişik yankı yaptı. İlk gün bazı Fransız gazetelerinde İngilizlerin verdikleri kaçış haberi yayımlandı. Ama ondan sonra Fransız basını İngiliz görüşünden ayrıldı. Paris’teki İngiliz Büyükelçisi Lord Hardinge, “Sultan’ın kaçış haberi bura (Fransa) basınında hayret ve Majesteleri Hükümetinin (İngiltere’nin) elinde bir kukla sayılan bir şahsiyetin böylece sahneden silinmesinden dolayı memnuniyet yarattı” diyordu. (7)

Fransız gazetelerindeki yazılar da bu sözü doğruluyordu. Le Journal des Debats gazetesi, İngiltere’nin Türkiye’nin içişlerine karışmasını yeriyordu. İngiltere, Türk milliyetçilerinin nefret ettikleri, tahtından indirdikleri bir şahsı resmen himayesi altına almıştı. Bu, “son derece kötü karşılanmıştı”. (8)

Bir başka Fransız gazetesi “Hıristiyanlara sığınan bir Halifenin de facto (?) ıskat edileceğini” yazıyor ve Vahdettin’in ihanetini anlatıyordu. Gazetenin naklettiğine göre, Vahdettin “36 Osmanlı Padişahı içinde en fazla nefret edilmiş olandı”. (9)

Bir Fransız gazetecisi de “Altıncı Mehmet (Vahdettin) ile birlikte bütün eski Türkiye siliniyor. Bu uyuşuk ülkeye yeni bir kan vereceklerini söyleyen milliyetçilerin eserini bekleyelim” diye yazdı. (10)

Fransız basını bu konuda daha ziyade Ankara Hükümetinin görüşüne paralel yazılar yayımlıyor ve İngiliz çıkışlı haberlerden ziyade Türkiye kaynaklı haberlere yer veriyordu. Bu arada düşük Sultan Vahdettin’i götüren “Malaya” zırhlısı Malta’ya doğru yol alıyordu. Malta Genel Valisi Lord Plumer’e zamanında haber ve talimat verilmişti. Vahdettin, Malta’da bekleniyordu. Hesapça 19 Kasım akşamı, gemi Malta’ya varacaktı. Biraz gecikti. Vahdettin daha Akdeniz’de yol alırken Abdülmecit Efendi’nin Halife seçildiği haberi yayıldı.

(1) F.O. (İngiltere Dışişleri Arşivleri).
(2) F.O. 371/7962/E. 13254: Mr. Henderson’dan Lord Curzon’a Gizli Rapor, 17.11.1922, No. 1024 A.
(3) …(?) Mr. Matthews’ün hatırası. (i) Bu mektubun aslı ve İngilizce çevirisi İngiltere Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin F.O. 371/7962 sayılı cildinde muhafaza edilmektedir. İngilizceye çevirisi şöyledir: “His Majesty the Sultan to Lieutenant General Sir C. Harington Sir Imperial Palace, November 16, 1923, Considering my life in danger in Constantinople, I take refuge with the British Government, and request my transfer as soon as possible from Constantinople to another place. Mehmed Vahideddin, Calif on the Mussulman”
(4) F. O. 371/7962/E. 13254
(5) Aynı kaynak.
(6) F.O. 371/1963/E. 13270. (T) F.O. 371/T963/E. 13065. Henderson’dan Curzon’a rapor. 28.11.1922, No, 2732
(8) Journal des Debats, 19.11. 1922
(9) Le Journal, 2011.1922
(10) Paul Erio, «La Déchéance de Mehmed VI» Le Journal, 19.11.1922 .f

pS2.

26.06.2013 01:21
Sinan Meydan, Odatv

… KAÇAK PADİŞAHIN SEFALETİNE ÜZÜLMEK

Şimdi gelin, “Kaçak Padişahın sefaleti” hikayesini şöyle bir inceleyelim:

Vahdettin, Malta’dan Avrupa’ya geçmiş ve İtalya’da San Remo’da orta boy bir villaya yerleşmiştir. Daha sonra, İstanbul’da bıraktığı eşleri ve eşlerinin yardımcıları da gelince Magnoli (Manolya) villası adlı büyük bir köşkte yaşamaya başlamıştır. Köşkün yıllığı 600 İngiliz lirasıdır. Tarık Mümtaz Göztepe, Vahdettin’in bu köşkteki yaşamını şöyle anlatmaktadır:

“Nefis bir saray yavrusu olan villa 40 odası, 15 dönümden geniş bir portakal, limon korusu ve bahçesi bulunan, beyaz renkli mükellef bir kasırdı… İstanbul’dan gelen harem erkânı… kadınefendileriyle, hazinedar ustalarıyla mükellef bir harem hayatı meydana gelmiş, musahipler, yaverler ve esvapçıbaşından, ibriktarbaşına kadar bütün beyler kadrosu kuruluvermiş ve meşhur Mabeyni Hümayun tam tertip canlanmıştı… Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün teşrifat ve merasim usulleri olanca titizliğiyle korunuyordu… Yaver Zeki bu küçük kasırda kalıyordu. Burası dominyonlarda görevli zengin ve hakim-i mutlak İngiliz sömürgecilerine parmak ısırtacak bir refah ve konfor bolluğu içinde yüzüyordu…”

Vahdettin’in sefaletine bakar mısınız?

Göztepe’yi dinlemeye devam edelim: “Sultan Vahdettin adamlarına, Padişahlığı esnasında aldıkları maaşları, gurbette de fazlasıyla ve düzenli olarak veriyordu. Bu bol maaşlı kapı yoldaşlarına gün doğmuştu. Hepsi de İstanbul’daki ikbal günlerinde aldıkları maaşlardan yüksek aylık alıyor. Ayrıca da Yıldız Sarayı’nın meşhur mutfağını aratmayacak mükellef ve zengin bir mutfak, sofra sofra yemekler yetiştiriyordu. Öğle ve akşam yemeklerine, burada bir de mükellef sabah ve ikindi kahvaltıları ilave edilmişti. Yıldız Sarayı’nın o zengin ve meşhur mutfağı, çeşit ve nefasetinden çok şey kaybetmeden San Remo’da da devam ediyordu.”

Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, San Remo’da adeta bir eli yağda bir eli balda “zevk-ü sefa” içinde yaşamaktadır. Buna karşın “Cumhuriyet tarihini en çok çarpıtan” yazarlardan Abdurrahman Dilipak, hiç çekinmeden, “Vahdettin, aç yaşadı, ama onurlu öldü!” diye yazabilmiştir.

Hangi açlık ve hangi onur?

Peki ama bu bolluk, bu şatafatlı yaşam nasıl sona ermiş de Vahdettin parasız pulsuz kalmıştır?

Öncelikle Vahdettin, San Remo’da kaldığı köşkte -eski alışkanlıkla- elindeki paranın bir gün biteceğini bilmeden ikincisi de yanında bulundurduğu bazı kişiler”hovardaca”, Vahdettin’in servetini göz açıp kapayıncaya kadar eritmişlerdir. Yine Tarık Mümtaz Göztepe’ye kulak verelim:

“Yaver Zeki’den başka, iki içki düşkünü ve keyif ehli daha vardı. Bunlardan biri İkinci Musahip Mazhar Ağa, diğeri de Tütüncübaşı Şükrü Bey. Bunlar sakızlı mastika ve düz rakının adeta küplüsü olmuşlardı. Şükrü, San Remo’ya gelince işi adamakıllı ayyaşlığa dökmüş ve postu San Remo meyhanelerine ve pavyonlarına kurmuştu. Mazhar Ağa da akşam olup da içki zamanı gelince kafayı iyice tütsüleyip körkütük oluyordu… Üçüncü Musahip Hayrettin Ağa da şehrin gezip tozma yerlerini zevk ve safa köşelerini karış karış biliyordu… Yaverler, mabeynciler, ağalar ve beyler, mirasyediler gibi bir tatil ve hava değişikliği hayatı sürüyorlardı.”

Özakman’ın dediği gibi, “Bu gereksiz, özenti, gösterişli hayata, bu hesapsızlığa ve savurganlığa para mı dayanır?”

Vahdettin’in servetini tüketen başka bir etken de Padişahın, bazı maceracıların aklına uyarak Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk’e karşı bazı projelere paraca destek olmasıdır. Bu maceracılar San Remo’da kaldıkları sürece onların bütün masraflarını da Vahdettin karşılamıştır. San Remo’ya gelerek Vahdettin’i ziyaret eden Vehip Paşa, Gümülcineli İsmail, eski İç İşleri Bakanlarından Mehmet Ali Bey “Atatürk’ün hakkından gelmek için” Vahdettin’den para istemişler, Vahdettin de bu hainlere 2000 İngiliz lirası vermiştir. Ayrıca, bir Yunan albayıyla birlikte Vahdettin’i ziyaret etmeye gelen “Atatürk düşmanı” Mevlanzade Rıfat, Yunanistan’la birlikte Ankara’ya karşı bir anlaşma yapmak istediğini bildirerek Vahdettin’den para sızdırmıştır. Hatta San Remo’da Vahdettin’e bağlı Türkiye karşıtı Tarikat-ı Selahiye adlı bir örgüt kurulmuştur. Bu örgütün, Vahdettin’le yurt dışına gitmekten pişman olan ve Türkiye’ye dönmek isteyen Dr. Reşat Paşa’yı öldürdüğü iddia edilmiştir. Yılmaz Çetiner, Vahdettin’in, oğlu Ertuğrul Efendi’nin öğrenimi için ayırdığı 5000 lirayı bile Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk’e karşı “teşkilat” yapmak için geldiklerini söyleyen bu kişilere verdiğini belirtmiştir.

Atilla İlhan, Vahdettin’in yurt dışındayken, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tertiplerin içinde yer aldığını şöyle ifade etmiştir:

“Sevr Antlaşması’nı imzalayan Rıza Tevfik o kadarla kalsa iyi, Vahdettin’i Hilafet ve saltanat tahtına iade etmek amacıyla… faaliyet gösteren Hilafet-i Kübra Cemiyeti’nin de gözdesiydi. Bu cemiyetin icra komitesi Romanya’da… bir toplantı yapıyor, aldığı karar, Başkan Mehmet Ali Bey’in San Remo’da bulunan Zat-ı Şahane’ye müstakbel bir kabine önerilmesidir ki, üyeler arasında adı geçen Dahiliye Nazırı olarak gösterilmiş, Vahdettin’in onayı alınmıştı. Ne demek bu? Milli Mücadele başarılı olmuş, ülkede yeni bir düzen kurulmuş, onlar hala bir karşı inkılap tertibi içindedirler. Yani nehir Ankara’ya ters akıyor. Şeyh Sait İsyanı’nda bu kanadın, isyanın beyni sayılan Şeyh Seyit Abdülkadir’le irtibatı meydana çıkıyor. İddiaya bakılırsa Şeyh Sait’in iki oğlundan birisi, yurt dışında Zat-ı Şahane ile, öbürü yurt içinde Şeyh Abdülkadir’le temas halindeymiş! İsyanın gerekçesine gelince, onu o sırada asilerin halka dağıttıkları bir beyannameden okuyalım: ‘…Halife sizi bekliyor. Halifesiz Müslümanlık olmaz. Hiçbir halife memleketten çıkartılamaz. Şeriatımız dindir. Şeriat isteyiniz. Şimdiki hükümet durmadan dinsizlik yaymaktadır. Kadınlar çıplaktır. Mekteplerde dinsizlik ilerliyor.’ “

Vahdettin, biraz da çevresini saran Türkiye ve Atatürk düşmanlarının etkisiyle, yurt dışındayken de “ihanette” sınır tanımamıştır. Öyle ki, Cumhuriyet Türkiye’sini ABD’ye şikayet ederek ABD’den bile yardım istemiştir.

VAHDETTİN’DEN ABD BAŞKANINA MEKTUP

Vahdettin, San-Remo’da bulunduğu günlerde ABD Başkanı’na bir mektup yazmıştır. Bu mektup, Halis Reşat Bey tarafından Paris’te bulunan Amerikan elçiliğine teslim edilmiştir. Elçilik de bu mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini 15 Nisan 1924 tarihli yazısıyla Washington’a göndermiştir.

Vahdettin’in mektubu Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivi’nde 86700/1788 numarada kayıtlıdır.

İşte o ibretlik, tarihi mektup:

“Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyo Coolidge Cenablarına Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici bir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorum. Bu süresiz uzaklaşmanın, babadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara meclisi gibi bir isyancı fitnenin bu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki; İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatı’ndan soyutlanması ve ayrılması ve Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur. İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktır. Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanım bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur. Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim.

13 Mart 1924. Mehmed Vahideddin”

(Odatv’deki yazının tamamını okumak için: http://odatv.com/vahdettinden-abdte-mektup-2606131200.html )