BURSA NUTKU ve NURCULUK

Tanıklar ve Belgelerle
ATATÜRK’ÜN BURSA NUTKU
Reşit ÜLKER
Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Şubat 1998

Bursa.Nutku_Resit.Ulker

Atatürk’ün “Bursa Nutku“, günümüzün en ilgi çekici konularından birisi haline gelmiştir. Zamanın Bornova Savcısı, Bornova Asliye Mahkemesi’nde, “Nutuk”u okuyanların, halkı kanunlara karşı gelmeye teşvik iddiası ile dava açtı. Bu sırada dönemin Yargıtay Başkanı’nın “Adalet Yılı” açış konuşmasında, “Nurculuk” dolayısıyla, Atatürk’ün Bursa Nutku’nu tekrar etmesi üzerine şiddetlenen tartışma, halen devam etmektedir. Bu nutkun anarşiyi teşvik ettiği, özellikle “Atatürk tarafından söylenmediği” yönünden gazetelerde başlayan tartışmaya, sonunda dönemin Başbakanı da katılmıştır.

Konu, Senato ve Millet Meclisi kürsülerinde konuşulmuş, konuşulmaktadır. Nihayet, Atatürk Üniversitesi asistanlarından biri, nutkun Stalin tarafından söylendiğini iddia edecek kadar kendinden geçmiştir. Türk Tarih Kurumu’nun nutkun Atatürk tarafından söylendiğini açıklayan kısa bildirisine rağmen, dönemin Başbakanı nutkun Atatürk’e nispetini şüpheli olarak ilan ettikten başka, bu nutuk Atatürk tarafından söylense bile, suç teşkil eder görüşünü ileri sürmüştür. Yani Atatürk’ün inkılapları nasıl millete mal olmuş olanlar ve mal olmamış bulunanlar diye ikiye ayrılmış ise, şimdi de Atatürk’ün nutukları veya sözleri suç teşkil edenler veya etmeyenler diye ayrılmak teşebbüsüne geçilmiştir.

İşin garip olan tarafı, nutkun ilk defa 1947’de yayımlandığının bilindiği, bugüne kadar 19 yıl, sayısız yerde yayımlanıp söylendiğidir. Gene kesin olarak bilinmektedir ki, bu nutuk 1949’da İzmir’de bir DP toplantısında Celal Bayar tarafından Şeref Balkanlı’ya verilerek okutulmuştur. O tarihte Demokrat İzmir Gazetesi, bu olayı ve nutku yayımlamıştır.

O tarihlerde çok partili hayata henüz geçilmiş olmasına rağmen, herhangi bir takibat yapılmamıştır.

1954’te bu nutkun ilk cümlesi, Ankara’da Ziraat Fakültesi’nde taşlar üzerine kazılmıştır.

Nihayet 1958’de, “gericilik” olayı ile ilgili olarak Ulus’ta basıldığı zaman Ulus Gazetesi hakkında, Ankara Savcılığı, takibata geçmiş ve fakat bizzat Adnan Menderes’in ilgilenmesiyle Ulus hakkında “ademi takip” (bildiğim kadarıyla takipsizlik demek) kararı verilmiştir.

Siyasi düşünceler ve hesaplar bizi hiçbir şekilde ilgilendirmemiştir. Bizim için önemli olan Atatürk’ün bu nutku söyleyip söylemediğini ortaya koymaktır. Söylenmemiş bir sözü söylenmiş gibi göstermeye kimsenin hakkı olmadığı gibi, söylenmiş bir sözü de, yok etmeye kimsenin hakkı yoktur. Hele Atatürk’ün sözlerini yok etmeye, kimsenin gücü yetmez.

1958’de Ulus hakkında takibat yapıldığı zaman başlayan araştırmalarımın sonucunda bu nutkun kesin olarak Atatürk tarafından söylendiği inancına vardım. Bu inancım tanıklar, olaylar ve belgelere dayanmaktadır. Zaman zaman basın toplantıları yaparak, kamuoyuna ve araştırıcılara kolaylık sağlayabilecek bilgiler verdim. Bursa Nutku’nun Atatürk tarafından söylendiğini ifade ettim. Tartışmaların cereyan ettiği günlerde, araştırmalarımın sonuçlarını Ulus Gazetesi’nde yayımladım. (1)

Tartışma hâlâ bitmemiştir. Araştırmalarımın ana hatlarını yayımlamanın yararlılığını ve zorunlu olduğunu uygun gördüm. Karşı iddiaların en ağır ve en önemlilerini de, diğer bazı yazılarla birlikte, kitabın sonuna aldım. Böylece okuyucu, nutkun olmadığını, söylenmediğini, Stalin’in olduğunu iddia edenlerin görüşlerini de okumak imkânına sahip kılınmıştır.

Ben bir “tarihçi” değilim. Tarihçilerin de, şu sırada ne ile meşgul olduklarını bilmiyorum. “Türk genci inkılapların ve rejimin sahip ve bekçisidir” sözlerine uyarak “nem varsa onunla” eserimizi korumaya gayret ettim.

Ankara – 4/1/1967
Reşit Ülker

(1) 25 Kasım – 3 Aralık 1966 günlü Ulus Gazeteleri

Atatürk’ün inkâr ve yok edilmek istenilen Bursa Nutku hep bilindiği gibi şöyledir:

“Türk genci, inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu; bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır… demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla… nesi varsa onunla, kendi eserini koruyacaktır.

Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç ‘Polis henüz inkılap ve cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek: ‘Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lâzım!..’

Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazını yapmakla beraber; bana, ismet paşa’ya, meclis’e telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek… Diyecek ki: ‘Ben inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir!..’

İşte benim anladığım türk genci ve türk gençliği…”

KORKU VE KUŞKUNUN NEDENLERİ

Atatürk’ün nutkundan neden korkulmaktadır? Neden kuşkulanılmaktadır? Önce bunu çözümlemek lazımdır. Bu nutuktan korkulduğu, kuşkulanıldığı içindir ki: Ona hücum edilmekte, inkar edilmekte, hakkında kovuşturma yapılmakta, hakkında dava açılmakta ve en nihayet onun Stalin tarafından söylenmiş bir komünist manifestesi olduğu gibi iğrenç bir iddiaya kadar gidilmektedir. Çünkü; bu yola sapanlar “inkılapları ve rejimi” çiğnemek ve çiğnetmekle ayakta durabilmektedirler.

Dini politikaya alet edenler Türk milliyetçiliğine, Türk milletine, Türk devrimlerine düşman olanlar. Halkın egemenliği yerine, halkı egemenlikten yoksun bırakarak şeriat düzenini getirmek isteyenler. Atatürk’e “Tek gözlü Teccal”, “İslam Teccali”; Ziya Gökalp’e “Mülhit” diyenler. Eserlerinin semavi kitap olduğunu ve arşı azamdan indiğini, “Bunları ben yazmıyorum, bana yazdırıyorlar”, “Bugünlerde bana ihtar edildi ki” gibi sözlerle iddia edenler (2) ve bunlarla İslam dinini inkâra giden, Türklüğü ret ve inkâr ederek birlik ve bütünlüğümüzü parçalamak isteyen, İslam birliğini ve medreseleri isteyen, çok kan almayı ve şapka giymemeyi öven Nurcuları ve bütün devrim düşmanı akımları destekleyenler, Atatürk’e “gök gözlü”, “tüyü bozuk”, “cibiliyetsiz”, “türeme”, “Selanikli” diyenler ve benzerleri nutukta sözü geçen “inkılapları ve rejimi” çiğnemek isteyenlerdir. Bu nutkun kendilerine karşı Atatürk tarafından söylendiğini bildikleri için ve bir gün bu nutkun dünyayı başlarına yıkacağına inandıkları için onu yok etmek istemektedirler. İşte kuşkularının, korkularının nedenleri budur.

Bu nutuk münhasıran “inkılaplar ve rejim” için söylenmiştir. Laikliğe karşı girişilen bir kımıldanma hali için söylenmiştir. 1958’de Ulus gene Nurcuların faaliyetlerine karşı bu nutku basmıştır. Yargıtay Başkanı Nurculukla ilgili karar dolayısıyla nutuktan bahsetmiştir. Kuşkulananlar neden dolayı kuşkulandıklarını gayet iyi bilmektedirler.

(2) Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun E. 234/D1 Karar: 313-20.9.1965 tarihli hükmü (Tam metni 1.12.1965 tarihli Ulus gazetesinde vardır.)

BURSA NUTKU ANARŞİYİ TEŞVİK EDEN BİR NUTUK MUDUR?

Atatürk’ün Bursa Nutku, memlekette anarşi yaratacak, halkı kanunlara karşı gelmeye kışkırtacak, devlet nizamını ihlal edecek bir nitelikte gösterilmekte ve bütün iddialar bu temele bina edilmektedir. İşte bundan ötürüdür ki bu nutkun gerçekten halkı kanunlara karşı gelmeyi, anarşi yaratmayı, devlet nizamını ihlal etmeyi teşvik eder bir nutuk olup olmadığında birleşmek lazımdır.

Atatürk nutkunda ne diyor?

Türk genci, inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılâpları benimsemiştir.

Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu; bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır… demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla… nesi varsa onunla, kendi eserini koruyacaktır.”

Önce nutuktan açıkça anlaşılmaktadır ki: Atatürk’ün verdiği görev “inkılaplar ve rejim” konusundadır. Rejim, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Yeni anayasanın deyimi ile “insan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devleti”.
Atatürk Büyük Nutku’nda da “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir” demek suretiyle rejimin korunmasını Türk Gençliğine emanet etmiştir ve açıklamıştır: “Memleketinin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleri ile tevhid edebilirler.” “Ey Türk istikbalinin evladı; işte bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda, mevcuttur.”

Atatürk 15-20 Ekim 1927’de söylemiş olduğu bir sözü tekrar etmektedir. Atatürk 1927’de rejimi, Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk Gençliğine emanet etmiştir ve gereğine göre nasıl korunacağını göstermiştir. 1938’de de Bursa Nutku’nda aynı esası tekrar etmiştir.

Her konuda her zaman polisi, jandarmayı, adliyeyi dinlemeyin, istediğiniz gibi hareket edin diye bir emri Atatürk’e yaraştırmak beyhude bir gayrettir. Atatürk “rejim ve inkılapları” “zayıf düşürecek” “bir kıpırtı ve hareket”ten bahsetmiştir.

Öyleyse önce “rejimi”, inkılapları tehlikeye düşürecek “bir kıpırtı ve bir hareket” olacaktır. Bu “kıpırtı ve hareket”in gerçekten “rejim ve inkılapları” tehlikeye düşürdüğü inancına varılacaktır. Sonra buna müdahale edilecektir.

Esasen polis, jandarma, ordu, adliye zamanında olaya müdahale etmişse, mesele yoktur. Ama ileride ayrıntılarını açıklayacağımız gibi 1 Şubat 1933’te Türkçe ezan okunma olayında olduğu şekilde polis, jandarma, savcı, sulh hakimi, müftü “rejim ve inkılapların” korunması bakımından görevlerini yerine getirmemişlerse Türk genci müdahale edecek; uygun bütün araçlarla “kendi eserini” “rejimi ve inkılapları” koruyacaktır. “Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla… nesi varsa onunla, kendi eserini koruyacaktır” ibaresi korumanın güçlü bir şekilde yapılması gerektiğini kuvvetle ifade için kullanılmıştır. Yoksa devrimlerin mutlaka elle, taşla ve sopa ve silahla korunması gerektiği anlamına gelmez. Devrimlerin ve rejimin mutlaka ve mutlaka uygun araçlarla korunması anlamını taşır. Türk gençliğine hitabında da “Memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler… İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözleriyle, Bursa Nutku arasında öz bakımından hiçbir fark yoktur.

Eğer Bursa Nutku okunan yer ve zamanda gerçekten “rejim ve devrimleri” çiğneyecek bir “kıpırtı ve hareket” yoksa, Bursa Nutku’nu okuyarak yapılacak müdahaleler (Bursa Nutkunun okunması fiili değil) suç olacak ve suçlular cezalarını göreceklerdir.

Esasen anayasamızın başlangıç kısmında belirtildiği gibi “Anayasanın asıl teminatı” “Vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer alır”, “hürriyete, adalete ve fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğince emanet edilmiş olmasındandır”. Anayasamız, anayasanın teminatı olarak evlatlarının uyanık bekçiliğine emanet edilmiştir. Başbakan Demirel İzmir’de … ve nihayet AP büyük kongresinde “meşru nizamı yıkmak isteyen asilere karşı milletin direnme hakkından ‘anayasadaki uyanık bekçilikten’ bahsetmiştir. Özellikle AP büyük kongresinde, 27/11/1966’da bu arada “Sorumluluk yüklenmiş bir iktidarın teminatı nedir” sorusunu da cevablayan Demirel, normal bir toplum nizamı içinde, kanunla ve zabıta kuvvetlerinin bu vazifeyi göreceğini, ayrıca, oy hakkını ve bunun neticesi olarak kurulan meşru bir iktidarı korumak azmi ile ayakta duran vatandaşların bulunduğunu ifade etmiştir.

AP’nin “uyanık bekçilik” anlayışıyla çalışmalarına devam edeceğini hatırlatan Süleyman Demirel, direnme hakkı konusuna değinerek “Milletin direnme hakkı … meşruya, zorbaya ve zorbalığa karşıdır. Devletin kuvvetleri ile birliktedir. Bu hak anayasamızda açıkça ifade edilen bir husustur” demiştir. (2/a)

(2/a) Ankara – Adalet – 28 Kasım 1996

Anayasamızın başlangıcında yer alan “uyanık bekçilik” sadece sandıktan çıkan oyların korunması anlamına alınamaz. Alınırsa vatandaşları yanıltmak için alınabilir. Türk vatandaşlarının anayasada adı geçen “uyanık bekçiliği” anayasa içindir. Yani anayasanın içinde bulunan yalnız sandıktan çıkan oyların korunması için değil anayasada bulunan bütün ilkelerin ve hakların korunması içindir. Elbette ki Türkiye Cumhuriyeyi’nin temelini teşkil eden laiklik ilkesinin korunması da “uyanık bekçilik”tedir. Nasıl sandıktan çıkan oylarla işbaşında bulunanları iskat etmek isteyenlere “uyanık bekçilik”e dayanarak karşı koyma hakkı varsa, laiklik ilkesini çiğneyerek Türkiye’yi karanlıklara sürüklemek isteyenlere karşı “uyanık bekçilik” yapılacaktır.

Eğer Bursa Nutku hakkında Demirel’in …dığı mantığı, sandıktan çıkan oylar hakkındakine uygulayacak olursak, “Devletin, polisi vardır, zabıtası vardır, adliyesi vardır. Bunlar görevlerini yaparlar. Türk vatandaşlarını göreve çağırmak anarşiyi teşvik etmektir” dememiz gerekir. Buna karşı Demirel diyecektir ki: “Ben halkın devlet kuvvetleriyle beraber hareket etmesini istiyorum. Devlet kuvvetlerine karşı hareket edilmesini istemiyorum.”

Buna cevabımız şu olacaktır: Ya sandıktan çıkan oylara yapılan tecavüzü devlet kuvvetlerinin bir kısmı veya tamamı yapıyorsa “Türk vatandaşlarının uyanık bekçiliği” bu kuvvetlere karşı kullanılmayacak mıdır? Eğer o kuvvetler gayrımeşru ise elbette kullanılacaktır. Öyleyse “laiklik” ilkesinin çiğnenmesine, polis, adliye ve başkaları göz yumarsa veya birlikte hareket ederse “rejimin temelini” teşkil eden bu durum karşısında “uyanık bekçilik” hakı elbette olacaktır. İşte Atatürk’ün de söylediği budur. Atatürk de, anayasa da söylemese, bu böyledir. Bu bir tabiat kanunudur. Atatürk bu kanunu tekrar etmiştir.

Eğer Bursa Nutku anarşi yaratıcı ise Demirel’inki de aynı derecede anarşi yaratıcıdır.

Eğer Bursa Nutku’nu söylemek suçsa Demirel’in söyledikleri de suçtur. Oylara tecavüz olunca “uyanık bekçilik” olacak “halkın direnme hakkı” olacak “devrimlere ve rejime” tecavüz olunca “uyanık bekçilik olmayacak” “müdahale hakkı” olmayacak!.. Bu düşünce mantıksı bir iddiadan öteye gidemez.

Atatürk söylese de söylemese de anayasa yazsa da yazmasa da … bugüne kadar, insanların haksız… direnme hakları vardır. Bunun anarşi ile değil tersine düzenin korunmasıyla ilgisi vardır ve böyledir.

25 Haziran 1949’da DPnin ikinci büyük kongresinde kabul edilen “Ana Davalar Raporu” da aynı fikirden ilhamını almıştır. Siyasi tarihimize “Milli Husumet Andı” olarak geçmiştir. (2/b. Bu önemli belge kitabın sonuna eklenmiştir) 1949’da İzmir’de yapılan DP toplantısında Bursa Nutku “Milli Husumet Andı”nı doğrulamak için Celal Bayar tarafından verilerek okutturulmuştur. Ata’nın Türk Gençliğine Hitabı, Bursa Nutku ve anayasanın başlangıç kısmı aynı anlamı taşımaktadır. Eğer bunlardan biri anarşi anlamını taşıyorsa diğerlerini de aynı şekilde anarşi yaratıcı olarak kabul etmek lazımdır.

Bu sebeplerle Bursa Nutku’nun memlekette anarşi yaratmakla, halkı kanunlara karşı gelmeye kışkırtmakla, devlet nizamının ihlalle bir ilişkisi yoktur. Tam tersine Bursa Nutku devlet düzenini, “rejimin, inkılapların” korunmasını sağlayıcı bir direktif mahiyetindedir.

Kitabı .pdf formatında okumak için tıklayınız

pS1.

01 Aralık 1966 Perşembe
Milliyet, sf. 1-7

Bursa.Nutku_Cevdet.Tolgay

ATATÜRK’ÜN HAYATTA KALAN TEK YAVERİ TOLGAY TARTIŞMALI KONU ÜZERİNE KONUŞTU

Yaveri: Bursa nutkunu Atatürk söyledi

Cevdet Tolgay, “Nutuk yanımda söylendi, bugün gibi hatırlıyorum” dedi.

(Resim) CEVDET TOLGAY (Atatürk’ün hayatta kaln tek yaveri)

ANKARA, Mustafa EKMEKÇİ bildiriyor

ATATÜRK’ün hayatta kalan tek yaveri Cevdet Tolgay, “Bursa konuşması”nı dinlediğini ve yayınlanan konuşmanın Atatürk’e ait olduğunu söylemiştir. “Türk genci, rejimin ve inkılâpların sahibi ve bekçisidir” diye başlıyan konuşmayı Atatürk’ten dinlediğini açıklayan nöbetçi yaveri Cevdet Tolgay, kendisini bulup, bilgisine başvurmamız üzerine bize şunları söylemiştir:

“Aradan geçen uzun senelere rağmen, konuşma, Atatürk’ü bugün dinliyormuşum gibi hafızamda canlandı. Konuşma Atatürk’ündür.”

1932 yılından ölümüne kadar Atatürk’ün yaveri olan Cevdet Tolgay, olay gününü şöyle anlattı:

“Ocak ayının ortasında bir tetkik seyahatindeydik. Son merhale olarak İzmir’e geldik. İzmir’e vardığımızda tarih 31 Ocak 1933’tü. Gazi, Şubat’ın ilk üç günü İzmir’de dolaştı. Tetkikat yaptı, Gazi’nin yanında, o zamanki İktisat Vekili Celâl Bayar’ın başkanlığında tetkikler yapan bir iktisat heyeti de vardı.

3 Şubat 1933 akşamı, İzmir’de Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki ezan olayı intikal etti. İlk gelen haberler Gazi’yi hayli asabileştirdi. Alâkadar etti. Devrimlerine karşı olan her hareket Gazi’yi şiddetle mukabeleye sevk ediyordu. O zaman devrimler daha yeni idi. Atatürk soyadını da almamıştı. Gazi Mustafa Kemal Paşa idi.

“BURSA’YA BASKIN YAPACAĞIZ!”

İlk tepki şiddetle “Bursa’ya baskın yapacağız” şeklinde oldu ve hemen hazırlık emrini verdi. O gece İzmir’de verilen baloya gitmediğini hatırlıyorum. Hareket tarihimiz 4 Şubat 1933 oluyordu. Saat 03.30’da Afyon’a hareket etti. Celâl Bayar heyeti İzmir’de kaldı. Afyon’da Antalya gezisinden dönmekte olan Başvekil İsmet Paşa ile buluştuk. Afyon’da İsmet Paşa da trene bindi. Gazi ile İsmet Paşa aynı trende Eskişehir’e kadar özel olarak konuştular. Tahmin ederim ki, bu meseleyi konuştular. Eskişehir’den sonra İsmet Paşa Ankara’ya, biz Bilecik istikametine hareket ettik. Saat 5’te Bilecik’e geldik. Bâzıları Karaköy diyorlar, ben nöbet defterine Bilecik diye kayıt etmişim. Saat beşte beklemeden Bilecik’ten hareketle 9.30’da Bursa’ya geldik. Gazi, gider gitmez işe el koydu. Meşgul oldu. Hâdise, sanıldığı kadar büyük mahiyette değildi. Fakat ilgililer, hâadisenin takibinde gevşek davranmışlardı. Fakat Atatürk olayı, kendi inkılâplarına karşı bir hareket olarak ele aldı. 6 Şubat’ta yani ertesi günü Dahiliye ve Adliye Vekilleri geldiler ve işe vaziyet ettiler. İşte o sırada, Atatürk köşkte bu konuşmayı yapmıştır.

Okuduğum zaman, metni yayınlanan konuşma bana hiç yabancı gelmedi. Ben Vilâyet salonundakini hatırlamıyorum. Köşkte konuştu. 6 Şubat akşamı köşkteki yemekten sonra Gülcemal’le İstanbul’a hareket ettik.

Köşk, şimdiki Çelik Palas Oteli’nin yanındadır. O köşkte, akşam yemeğinde Atatürk sofrada bu konuşmayı yapmıştır. İyice hatırladım. İlk gittiği akşam da konuşuldu. O hava içinde, Atatürk’ün başka türlü konuşmasına da imkân yoktu. Sofrada kimler vardı, şimdi iyice hatırlamıyorum. O gün dolu geçmişti galiba ki, sofrada bulunanların isimlerini kaydetmişim. Bursa’dan vali, Balıkesir’den kolordu kumandanı, Bursa belediye reisi olabilir.”

NÖBET DEFTERİNDE

Atatürk’ün bu gezisine katılmış olan Cevdet Tolgay’ın kitap halinde yayınlanan “Atatürk’ün Nöbet Defteri”nde imzası ve aldığı notları bulunmaktadır.  “Atatürk’ün Nöbet Defteri”nin “Cevdet” imzalı 133 ve 134’üncü sayfalarında özetle şu notlar vardır:

“4 Şubat 1933: Saat 3.30’da İzmir’den ayrılış, Celal Bayar heyetinden maada diğer zevatla Afyon’a geliş, burada Antalya’dan dönen İsmet Paşa ile buluşma… Bilecik istikametine hareket.

5 Şubat 1933: Bileciğe varılmış, otomobille hareket edilerek 9.30’da Bursa’ya gelinmiştir

6.2.1933: Bugün Dahiliye ve Adliye Vekilleri geldiler. Akşama kadar Bursa’da meşgul olunduktan sonra Mudanya’ya oradan da Gülcemal’le İstanbul’a hareket edilmiştir.”

Atatürk’ün yaverine, “Atatürk’ün Bursa konuşması ertesi gün gazetelerde yayınlanmamış, neden acaba?” diye sorduk. Tolgay buna şu karşılığı verdi:

“Atatürk bazı kereler konuştuktan sonra, arkadaşlarına gazetelerde yayınlanmamasını söylerdi. Bunlar zaman zaman olmuştur.”

ONA HİZMET ETMEK SAADETİ

Cevdet Tolgay, 1932 yılında 30 yaşında iken Atatürk’ün yaveri olmuş ve ölümüne kadar Ata’nın yaveri olarak çalışmıştır.

Çok mütevazi bir emekli asker olan Cevdet Tolgay, kendisi hakkında yazı yazılmasını, adının tartışma konusu olmasını istememektedir, “Kendi halimde yaşamak ve ismim etrafında dedikodu yapılmamasını isterim” demektedir.

Birlikte baktığımız resimlerden birinde Atatürk, hemen arkasında sivil giyinmiş yaverleri de vardı. Cevdet Tolgay bu resme bakıp şöyle dedi:

“Bu resim Florya’da çekilmiştir. Atatürk de biz de sivildik. Atatürk ‘Silâhlı, tabancalı kimse istemiyorum yanımda’ dedi, bunun üzerine biz de sivil giyindik.”

PROTESTO

İZMİR ÖZEL

Ege Üniversitesi Fikir Kulübü bir bildiri yayınlıyarak Başbakan Süleyman Demirel’in, AP Genel Kongresinde Atatürk’ün Bursa Nutku ile ilgili sözlerini protesto etmiştir.

Başkan Yücel Ünal imzasıyla yayınlanan bildiride, Türk Tarih Kurumu’nun, Nutkun Atatürk’e ait olduğunu açıkladığı belirtilmekte ve “Başbakanın bu konuşması, Bornova adliyesinde görülmekte dört dâvanın sonucuna tesir eder mahiyettedir. Başbakan, Bursa Nutku ‘Atatürk’e nisbetle meşkûktur’ derken konunun adalete intikal etmiş olduğunu unutmuş görünmektedir” denilmektedir.

pS2. 02.10.1966, Milliyet
Sayfa: 2

Bursa.Nutku_Milliyet_02.10.1966_Refik.Erduran

DÜPEDÜZ
Refik Erduran

Acil şifalar dileyerek…

Biri çıkıp sorsa:
– Bugün kimin yerinde olmayı en az istersin? diye…
“Bornova Savcısının” derdim.
Tarihçiliğe özenen, Atatürk’ün Bursa nutku konusunda “Öyle bir nutuk yoktur, zira Ata öyle şeyler söylemiş olamaz” iddiasıyla koğuşturma açtıran bu zat, hemen ertesi günü Türk Tarih Kurumu tarafından tekzibe uğradı:
Kurum yetkilileri Atatürk’ün Bursa nutkunun var olduğunu, bizzat kendisi tarafından söylendiğini bildirdiler.
O yetmezmiş gibi, Demokrat Parti’nin eski İzmir yöneticilerinden Şeref Balkanlı’nın dünkü açıklamasıyla [01.10.1966, Milliyet /pS3] sayın Savcının karşısına kim çıksa beğenirsiniz?
Celâl Bayar!
Meğer 1949 İzmir İl kongresinde Bayar “Bu, Atatürk’ün Bursa’da söylediği tarihi nutuktur” diyerek verdiği metni Balkanlı’ya okutmuş. Konuşma dakikalarca ayakta alkışlanmış.
Bornova Savcısının şimdi bu pirincin taşını nasıl ayıklayacağını gerçekten merak ediyorum.
Oysa bütün iddialar, tartışmalar ve açıklamaların konunun özüyle hiçbir ilgisi yoktur.
Bornova savcısının bilmesi gerekirdi ki kanun karşısında tabu ve istisna olamaz. Ne kadar büyük insan olursa olsun, hattâ isterse hukuk devletini kendi eliyle kurmuş bulunsun, Atatürk’ün kanun karşısındaki durumu herhangi bir vatandaşınkinden farklı sayılamaz.
Ben kafasının içi sağlam hukuk bilgisiyle, mantıkla ve medenî cesaretle dolu bir Savcı olsaydım ve söz konusu metinde suç unsuru bulunduğuna gerçekten inansaydım, gözümü kırpmadan şunu söylerdim sadece:
– Konuşmanın Atatürk’ün nutku olup olmadığı beni ilgilendirmez. Metinde falan kanunun filân maddesine göre suç vardır; koğuşturmayı o sebeple açıyorum.
Neyse, işin tarihi tarafı aydınlandı. Hukukî tarafını da hukukçulara -ama şuna buna yaranmak derdindekilere değil, gerçek hukukçulara- bırakıp biz şimdi gelelim işin özüne.
Atatürk’ün Bursa’da gençliğe vermiş olduğu öğütlerin temelinde şu ana fikir var:
Memleketin kaderi istisnasız her durumda “kanun” denilen yazılara ve onların resmî uygulayıcılarına bırakılamaz; onların görevlerini yeterince yapmadıkları ve kanunların kâğıt üstünde kaldığı durumlarda, milletin çıkarlarının doğrudan doğruya savunulması gerekebilir.
Yanlış mıdır bu fikir? Öyle durumlarla karşılaşılmıyor mu hiç? Kanunların yer yer kâğıt üstünde kaldığı, kâh uygulanıp kâh uygulanmadığı olmuyor mu hiç?
Bugün birçok vatandaşlar irili ufaklı hukuk terslikleri ya da boşluklarıyla karşılaştıkça açık açık soruyorlar:
– Türkiye’de kanun var mı, yok mu?
Biz bakarsınız, en yüksek hukuk mercilerinin kararları bile uygulanmaz, raflarda tozlanır.
Bir bakarsınız, kanun en katı ve sert biçimde vatandaşın karşısına dikiliverir.
İşçilerin karşısında Zonguldak’da kurşun, Çanakkale’de sopa, İzmir’de cop oldu kanun. Daha iki gün önce Batman’Daki grevcilerin karşısına Dr. Sükan’ın jandarmalarının dipçiği şeklinde çıktı.
Ama yurttaşlarımızın Dr. Sükan konusundaki iyimserliklerine diyecek yok. İçlerinden biri, bir gazetenin okuyucu şikâyetleri sütununda bazı zorbalardan yakınıyor:
– Onlarla büyükler bile başa çıkamazmış. Bir gün Belediye zabıta âmirini bıçakla arkadan vuruyorlarmış, ellerinden bıçağı zor almışlar… Kime şikâyet edelim Sayın İçişleri Bakanı Bay Sükan, sizem mi?
Bu vatandaştan önemle rica ederiz; sakın işe Dr. Sükan’ı karıştırmasın. Zira İçişleri Bakanımızın zorbalara karşı geçmişteki başarı derecesine bakılırsa, öyle bir denemenin söz konusu zabıta âmirinin ecelini bir hayli öne almasından korkarız.
Biz asıl konuk Afganistan Başvezirinin sağlığını düşünüyoruz şimdi. O konuda içimiz rahattı ama, dün ilk defa biraz kaygılandık.
Konsültasyona çağrılan hekimler arasında Dr. Sükan da varmış da…

pS3. 01.10.1966, Milliyet
Sayfa 1 ve 7

Bursa.Nutku_Milliyet_01.10.1966_Seref.Balkanli

Bursa nutkunu Bayar okutmuş

Eski DP’li Şeref Balkanlı, 1949 yılında Bayar’ın Bursa nutkunu okunmak üzere kendisine verdiğini açıkladı…

İZMİR, ÖZEL

İzmirli Şeref Balkanlı, tekrar tartışma konusu olan “Atatürk’ün Bursa Nutku’nun, 1949 yılında okunmak üzere Celâl Bayar tarafından kendisine verildiğini” açıklamıştır.

İzmir ve Ege’nin iç politika hayatında önemli bir yeri olan Şeref Balkanlı, o yıl İzmir DP il kongresinde okuduğu Bursa nutku hakkındaki hâtırasını şöyle nakletmiştir:

“Muhalefetin en hızlı, en çetin yıllarıydı. 1949 yılında, İzmir’de, Ankara Palas salonlannda, DP il kongresi yapılıyordu. Ben, o zaman, merkez ilçe kurulu üyesiydim. O zaman Muhalefe Partisi Genel Başkanı olan Celâl Bayar, bana el yazısı ile yazdığı bir yazı verdi ve şunları söyledi: ‘Şeref, bu, Atatürk’ün Bursa’da söylediği tarihî nutuktur. Bu nutku, kongrede senin okumanı istiyorum.’

Bunun üzerine, o günkü kongrede yaptığım konuşmanın sonunda, Atatürk’ün nutkunu okudum. Bu nutkun okunması üzerine kongre ayağa kalktı, dakikalarca alkış devam etti. Beni omuzlara aldılar. Bu nutkun okunmasının geniş akisleri oldu, gazetelerde yer aldı. Ama, herhangi bir takibat açılmadı. Bu konuda takibat yapılıp yapılmadığı, defalarca DP ileri gelenleri tarafından, bana Ankara’dan telefonla soruldu.

Aradan yıllar geçti. 1958 yılında, bu nutuk, 19 Mayıs günü, Ulus gazetesinde neşredildi ve bu neşriyat üzerine takibata geçildi. Bunun üzerine, İzmir’deki Demokrat İzmir Gazetesine durumu açıkladım. Gazete, 1949 yılındaki, kongre haberinin de klişesini koydu. Birkaç gün sonra, Başbakan, beni telefonla Ankara’dan aradı ve mesele nedir? diye sordu. Anlattım. Bunun üzerine, 1949 yılında hakkımda takibat yapılıp yapılmadığını sordu. Hayır dedim. Başbakan bana telefonda, o zaman: ‘Peki, Adliye Bakanı ile temasa geçeyim, teşekkür ederim’ dedi. Sanırım, bu konuşmadan sonra, takibat durduruldu.”

pS4. 14.12.1966, Milliyet
Sayfa 1 ve 9

Bursa.Nutku_Ecevit_Erzurum_Milliyet_14121966

BURSA NUTKU

… Ecevit’e Atatürk Üniversitesi öğrencileri bir kâğıt göndermişler ve Atatürk’ün Bursa Nutku konusundaki düşüncesini öğrenmek istediklerini bildirmişlerdir. Ecevit, öğrencilerin bu sorusuna şu cevabı vermiştir:

“Atatürk, Türk Devleti yıkılmak üzere olduğu vakit, (Bu devletin ordusu var, polisi var, jandarması var, benim neme gerek) deyip İstanbul’da bir köşeye çekilmemiştir. 19 Mayıs 1919 günü Anadolu’ya çıkıp Türk Kurtuluş Savaşı’nı açmıştır. Bunu yapan insan, Bursa Nutku’nu da söyleyebilecek insandır.”

Halk bu cevabı ayağa kalkarak alkışlamıştır…

pS5. 1954 Ankara Ziraat Fakültesi, DP’li Atıf Benderoğlu ayrıntısı:

Bursa.Nutku_Resit.Ulker_Sayfa55_Benderoglu_Ziraat

Gerçekten bu nutuk Ankara’da Ziraat Fakültesi’nin cephesinde Atatürk heykelinin arkasındaki taşlar üzerinde yazılıdır. İşin daha ilgi çekici tarafı, bu yazının 1954’te DP’li Atıf Benderlioğlu başkanlığındaki bir komisyon tarafından oraya yazılmasına karar verilmiş olmasıdır. 1949’da nutku ısrarla okuması için Şeref Balkanlı’ya veren Celal Bayar, nutku 1954’te Ziraat Fakültesi’nin cephesine yazdıran Atıf Benderlioğlu, nutuk hakkındaki takibatı durduran Adnan Menderes, sonra da bu nutkun olmadığı onlar ve onlarla beraber oldukları bilinenler tarafından ileri sürülür. Bu nutkun Stalin’in nutku [pS6] olduğu onlar tarafından ilan edilir. Türkiye’yi kemiren bu ikili tutum, bu ikili davranış, bu ikiyüzlü hayattır. Demek, kendi iddialarına göre 1949’da Celal Bayar, Şeref Balkanlı’ya Stalin’in nutkunu vermiş. Demek, 1949’da Şeref Balkanlı Stalin’in nutkunu okumuş, demek, 1949’da Demokrat İzmir, Stalin’in nutkunu basmış, demek 1949’da savcılar Stalin’in nutkuna göz yummuş, demek 1958’de Adnan Menderes Adalet Bakanı’ndan Stalin’in nutku hakkındaki takibatın durdurulmasını istemiş; işte kendi ifadelerine göre durum budur…

Reşit Ülker

pS6. Stalin iftirası vd. “ilgili” ayrıntılar…

Sayfa 70-71’den;

Atatürk’e mal edilen bu konuşma hakkında son günlerde çok ilgi çekici bir iddia ortaya atılmıştır. Üniversite asistanlarından Hüseyin Ayan’ın iddiasına göre bu konuşmayı Stalin yapmıştır. İddianın ne dereceye kadar doğru olduğunu kestiremiyoruz. Meselenin aydınlığa kavuşması için, bu iddiayı gazeteden aynen naklediyoruz:

“Atatürk’e ait olduğu söylenen hayali Bursa Nutku’nun Stalin’e ait olduğu iddiası ortaya atılmıştır.

Atatürk Üniversitesi Eski Türk Edebiyatı Asistanı Hüseyin Ayan, Atatürk’e izafe edilen sözleri 1950 yılı Eylül ayı içinde Bulgaristan’ın Şumnu şehrinde tertiplenen ‘Sosyalist görüşe yöneltme’ mevzulu bir seminerde bir komünist yönetici ‘Reçnika Agitatora’ adlı dergiden Stalin’e atfen okunmuştur.

Bahis konusu demokratik rejimi yıkıcı, kışkırtıcı konuşmanın Rusça ve Bulgarca olarak birçok eserlerde mevcut bulunduğunu bildiren Hüseyin Ayan şöyle demektedir:

‘Seminerdeki bu konuşmayı ve konuşanı hatırlayan arkadaşlarımı adresime yazmalarını veya bu yazının çıktığı gazetelerden Türk halkına gerçeği haykırmalarını rica ediyorum. Seminerde bulunup da halen Türkiye’de bulunan arkadaşlarımın bana yardımcı -daha doğrusu gerçeğe yardımcı- olmalarını dilerim. Halen Bulgaristan’da olan arkadaşlarımın da, imkânları nispetinde. Atatürk’e isnat olunan bu sözlerin Stalin veya Lenin’den hangisine ait ve eserlerin hangi sayfa ve sayılarında bulunduğunu uygun buldukları yollardan bana bildirmelerini istirham ederim’.

Türk’ün son devletini yıkmak isteyenlere karşı el ele verelim. Bu meseleyi aydınlığa çıkaralım.”

(Son Havadis, 11 Ekim 1966)

Sayfa 74-77

EK: 2
BİR ASİSTAN BİLENLERİ YARDIMA DAVET EDİYOR

Yıllardan beri bir mesele zihnimi altüst etmekteydi. Nihayet yetkili kimseler işe parmak basmış bulunuyorlar. Bu memnuniyet vericidir. Biraz ferahladım. Mesele Türk adliyesine aksedince, adalete yardımcı olmak bir vazife halini almış bulunuyor…

Anavatana göçettiğim 1951 yılından beri Atatürk’e isnat edilen bu sözlerin ezintisi içindeydim. İlk yıllarda Büyük Ata’nın bu sözleri Bulgaristan’ca bize Stalin’in sözleri diye yutturulmuş, diyordum. Aradan yıllar geçti. Atatürk’ü daha iyi tanıma fırsatını buldum. Atatürk’e bu sözleri yakıştıramadım. Bu sözler Atatürk’e uymuyordu.

1966 adalet yılının açılışında, kılı kırk yararak hüküm vermesi gereken bir zatın hiçbir araştırmaya lüzum görmeden bu sözleri, Yargıtay Başkanı sıfatıyla, gençleri tahrik edercesine tekrar etmesi meselenin bir çözüm şekline bağlanması gerektiğini gösteriyor. İmdi.

Sayın Özel Şahingiray’ın Sayın Bornova Savcısı’na yazdığı Açık Mektup’u okuyunca daha açık anladım ki, karanlık emeller peşinde koşanlar Türk’ün Atası’na isnatta bulunuyorlar. O’na iftira ediyorlar. İşte buna gönlüm razı olmadı, Atama yapılacak en küçük bir isnada tahammül edemem! Bu sözlerin -eğer söylenmişse- sahibini bulmak gerek! Şimdi biraz gerilere gidelim!

1950 yılında Bulgaristan’da öğretmen olarak katıldığım birkaç seminerden birinde geçen bir vakayı, o gün o seminerde bulunan arkadaşlarımı işhat ederek arz edeceğim:

Yıl 1950, Eylül ayı. Yer Bulgaristan’ın Şumnu vilayeti merkezi. Şumnu Kız Lisesi salonlarında, Şumnu merkezi ve merkez ilçesi, Eski Cuma, Eski İstanbulluk yanılmıyorsam Yeni Pazar ve Osman Pazarı ilçelerindeki Türk öğretmenlerinin iştirakiyle bir seminer düzenlenmişti. Bu seminerde bulunan arkadaşlarıma sesleniyorum. Bu arkadaşlarımdan bir kısmı Bulgaristan’dadır. Bir kısmı ise halen Türkiye’dedir.

“Sosyalist Görüşe Yöneltme” -adıyla tercüme edebileceğimiz- adlı bu seminerde, bir öğretmen arkadaşımızın mahalli komünist idarecilerden şikâyeti üzerine; Atatürk’e izafe edilen ve Bursa Nutku diye adlandırılan sözleri Stalin ve Lenin’e atfen -pek muhtemel olarak Stalin- Stalin veya Lenin olayı karşısında Komünist Gençlere (Komsomol – Komünistiçeskaya Molodej) şöyle seslenmiştir:

“Komünist Gençler (komsomollar) Sovyet rejiminin sahibi ve bekçisidir. Bunların doğruluğuna ve lüzumuna herkesten çok inanmıştır. Sovyet rejimini ve reformlarını benimsemiştir. Komünist rejimi zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin milisi vardır, adliyesi vardır, ordusu vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecek, elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Milis gelecektir. Asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Komünist genç (komsomol), milis henüz reformların ve sosyalist rejimin milisi değildir, diye düşünecek. Fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir.

Gene düşünecek, demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım diyecek. Onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazını yapmakla beraber… Meclis’e telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışmasını kayırılmasını istemeyecek.

Diyecek ki: Ben inanç ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir.

İşte benim anladığım komünist genci ve komünist gençliği” diye cevapta bulunmuş ve izahat vermişti. Görülüyor ki, ellerde dolaşan metinlerden yararlanarak mealen verdiğim naklettiğim bu cevaptan birkaç kelime yer değiştirmiş. Komsomol yerine Türk gençliği, milis yerine polis, sosyalist rejimin milisi yerine cumhuriyetin polisi gibi…

Arkadaşımın şikâyetine Bulgarca, mealen yukarıdaki sözlere cevap veren seminerin komünist yöneticisinin Atatürk’ü tanımasına imkân ve ihtimal tasavvur olunamaz. Bu sözleri Stalin veya Lenin’e, pek muhtemelen Stalin’e ait biyografi ve incelemelerde bulmak mümkün olacağı kanaatindeyim. Stalin veya Lenin’in sözlerini ihtiva eden eserlerin Rusça ve Bulgarca baskılarına -1950’den önceki baskılarına- bakmak kâfidir. Yalnız Türkiye Türkleri için Moskova baskılı Türkçe eserlere bakarken dikkatli olmak lazımdır.

Kominform’un (Komünistçeska İnformatsiya) yayımlamakta olduğu “Propagandacının Sözlüğü (Reçnik na Agitatora) adlı aylık cep dergisinin Bulgarca ve Rusça nüshalarında Stalin veya Lenin’e, çok muhtemel olarak Stalin’e atfen bize söylenen bu sözlere rastlamak mümkündür. İlgilenenler 1950’den önceki sayılarına bakabilir. “Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi (İstoriyana Vsesayüzna Komünistiçeska Partiya)” – adlı eserin 1950’den önceki Bulgarca ve Rusça baskılarında da yukarıda adı geçen sözlere ve olaya rastlanacaktır. Bu eserlere sahip olanlar lütfen sayfalarını bir kerecik karıştırsınlar.

Yukarıda sözünü ettiğimiz seminerdeki bu konuşmayı ve konuşanı hatırlayan arkadaşlarımın adresime yazmalarını veya bu yazımın çıktığı gazetelerden Türk halkına gerçeği haykırmalarını rica ediyorum. Seminerde bulunup da halen Türkiye’de olan arkadaşlarımın bana yardımcı -daha doğrusu gerçeğe yardımcı- olmalarını dilerim. Halen Bulgaristan’da olan arkadaşlarımın da imkânları nispetinde, Atatürk’e isnat olunan bu sözlerin Stalin ve Lenin’den hangisine ait ve yukarıda sözünü ettiğim eserlerin hangi sayfa ve sayılarında bulunduğunu, uygun buldukları yollardan bana bildirmelerini sonsuz sevgi ve saygılarımla istirham ederim.

Türk’ün son devletini yıkmak isteyenlere karşı el ele verelim. Bu meseleyi aydınlığa çıkaralım. Başarılar.

Hüseyin Ayan
Atatürk Üniversitesi Eski Türk Edebiyatı Asistanı
(Meydan, 92, 18 Ekim 1966)

Sayfa 78-89

EK: 3
ATATÜRK’ÜN BURSA NUTKU BİR DİREKTİFTİR

Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu İkinci Başkanı Profesör Bahri Savcı, dün yaptığı basın toplantısında, son aylar içinde haksız tasarruf ve saldırıyla karşı karşıya kalan öğretmenlerin 16 kişi olduğunu açıklamıştır.

Bahri Savcı’nın verdiği bilgiye göre haksız şekilde işten el çektirilenler toplumcu çaba gösterdikleri için sürülenler, partizanlık yaptıkları iddiasıyla kovuşturulanlar şunlardır:

1- Bursa Nutku’nu söyledikleri için işten el çektirilenler:
1. Mersin-Anamur: Kaşdişlen Köyü Okulu Öğretmeni Fahrettin Deniz, 2. Mersin-Anamur: Çeltikçi Köyü Okulu Müdürü Mehmet Yiğit, 3. Mersin-Anamur: Ortaokulu Öğretmeni Arif Şahin, 4. Mersin-Anamur: Melleç Köyü Okulu Öğretmeni Durmuş Ali Uysal, 5. Mersin-Anamur: Demirören Köyü Öğretmeni Metin Hamarat, 6.
Mersin-Anamur: Çeltikçi Köyü Okulu Öğretmeni Abdülkadir Bulut, 7. Mersin Anamur: Çeltikçi Köyü Okulu Öğretmeni İsmail Demirtaş, 8. Mersin-Anamur: Malaklar Köyü Okulu Öğretmeni Sabri Toklu, 9. Yozgat-Boğazlıyan Ortaokulu Öğretmeni Muhammet Tekin Üsten. (Soruşturma devam ediyor).

Baskı teşkil eden bu işlemler, bakanlığın bazı yerlerini işgal etmiş olanların; anayasaya, milli eğitimin esaslarına, Atatürkçülüğe sığmayan, ırkçı, ümmetçi, mukaddesatçı bir doktrin teşkil eden görüşleri, mevcut siyasal iktidar adına aşılamaya gayret etmesinden hız alıyor.

Bilhassa son aylarda yapılan baskı işlemleri, şu noktalarda toplanıyor:

– Atatürk’ü anma törenlerinde Bursa Nutku’nu okumak veya okumaya teşebbüs etmek, nizam kırıcılık sayılarak, baskıya çarpıyor.

Bir kere, hiçbir kişi, makam, amir ve memurun, ırkçı, ümmetçi, mukaddesatçı bir doktrin teşkil eden görüşleri, anayasacı, bilimsel eğitimci, Atatürkçü öğretmenlere aşılamaya hakkı yoktur. Bu, Türkiye’nin kaderini de, karanlığa götürücüdür.

Atatürk’ün Bursa Nutku; rejimi, onun laik ve müspet bilimci temelini, irticaın yıkma kıpırdanışı gösterdiği zaman, kimlerin nasıl bir davranışta bulunmaları gerektiğini belirten bir direktiftir. Öngörülen davranışlar da nizam kırıcılık değil, nizam koruyuculuk vardır. Bu nutuk, tarihin bir gerçeği olarak da mevcuttur. Onu, dış ideolojilere mal etmek, Atatürk’ü lekeleyerek çürütme; bu yol ile Türk halkını laik ve müspet bilimci önder görüşten yoksun kılma tertibine dahildir. Bu, bilime karşı gelmenin ötesinde, bir sosyal tehlikedir de…

Sayfa 80-81:

EK: 4
“BURSA NUTKU ASLINDA STALİN’E AİTTİR!”

3 Aralık 1966. Ulus.

Yukarıda gördüğünüz fotoğraf [resme erişilemedi / 26 Ağustos bloğu notu], 1950 yılı Ocak ayı sonlarında Şumnu’da “Halk Kitaplığı Sineması” merdivenleri üzerinde çekilmiştir. İnanmayanlar, arkada “Oganât-Ateş” adlı Macar filminin afişine dikkat buyursunlar!

1950 yılı Ocak ayı içinde, görünüşte “Pedagoji Semineri”, gerçekte ise Diyalektik Materyalizm üzerine kurulucak bir öğretim ve eğitime yöneltme ve hazırlama seminerine katılan Türk öğretmenlerinden bir grubu görüyorsunuz!

Yine 1950 yılının Eylül ayında Şumnu Kız Lisesi salonlarında düzenlenen “Sosyalist Görüşe Yöneltme” seminerine, bu fotoğrafta görülen öğretmenlerin -bir ikisi müstesna- hemen hepsi katılmışlardır. Seminerde 200 kadar Türk öğretmeni bulunuyordu. Bunlar, canlı tanıklardır!

Ukrayna’nın merkezi Kiev şehri civarında şimdi hatırlayamadığım bir kasabada vuku bulan bir halk ayaklanmasında, komünist gençlerin (komsomollann), bazı ihmalleri (!) görülür. Halkın, komünist zulmüne karşı ayaklanmasına müdahale etmezler. Komünist birlikler gelerek kasabayı kuşatırlar. Bu kasabanın ve civar halkının ayaklanma ile ilgili görülenlerini şiddetle tenkil ederler.

Önceki yazıda belirttiğim değişikliklerle J.V Stalin, komsomollara hitaben söyler…

Kiev olayı, Birleşik (Rus) Komünist Partisi tarihinde önemli bir yer tutar. Bundan sonra Rusya’daki halk kıpırdanışları, komünist rejimden memnuniyetsizlik belirtileri pek kanlı bir şekilde bastırılır. Son günlerde, Kızıl Çin’deki Kızıl Muhafızlar çetesinin yaptıklarının kaynağını, Stalin’in, yukarıda sözü edilen nutkunda vazettiği esaslarda (!) aramak doğru olur.

Şurası kesinlikle bilinmelidir ki, Yargıtay Başkanını, yaptığı konuşmasından dolayı öven ve alkışlayanlar, bizim açıklamamızdan sonra; bazı üniversitelerimizin açılış törenlerinde, Kiev olayı karşısında Stalin’in kızıl uşaklarına verdiği direktifi, “Atatürk’ün Bursa Nutku” diye okuyanlar, okutanlar ve alkışlayanlar gaflet içindedirler! Hele bir inceleme adamı olan Yargıtay Başkanı’nın; araştırma, inceleme kısaca bir ilim mabedi olan üniversitelerimizin, bazılarının bu gafletinden utanıyoruz.

HÜSEYİN AYAN

Not: Kiev dolaylarındaki olay için:
1- İstoriya na Vsesayünna Komünistçeska Partika = Birleşik (Rus) Komünist Partisi Tarihi, adlı eserin 1950’den veya Stalin gözden düşmezden evvelki Bulgarca ve Rusça baskılarına:
2- Stalin’in hayatı ve demeçleri, Stalin hakkevvel basılmış Bulgarca ve Rusça nüshalarına;
3- Reçnik na agitatora = Propagandacının Sözlüğü adlı Kominform tarafından yayımlanan aylık cep dergisinin 1950’den önceki sayılarına bakılması rica olunur.

(Yeni İstiklâl, Sayı: 225, 16 Kasım 1966)

Sayfa 89~91

EK: 6
ATA’NIN BURSA NUTKU!.

Tekin ERER

Bir okuyucum, Ata’nın Bursa Nutkü’nun nerede mevcut olduğunu yer göstererek bildiriyor. “Reçnik na Agitatora” dergisinin Kasım 1949 tarihli nüshasında bu nutkun aynen yayımlandığını yazıyor. [Rıza Ruşen Yücel’in ‘Bursa Nutku’nu ilk kez yayınladığı kitabın basım tarihi ise 1947 /26 Ağustos bloğu notu…] Yalnız bu derginin basıldığı yer “Sofya”, nutkun altındaki imza da “Stalin”dir. Rusça ve Bulgarca iki dil üzerine yazılan nutukta aynen şöyle deniliyor:

-“Komünist gençler, Sovyet rejiminin bekçileridir. Komünist rejimini zayıf düşürecek herhangi bir hadiseyle karşılaştıkları anda, komünist gençler, polis, adliye, hak, hukuk demeyecek elle, taşla, sopayla, silahla, nesi varsa onunla komünizmi koruyacaktır. İşte benim anladığım komünist genci ve komünist gençliği budur.”

Bu Stalin sözü, dönmüş, dolaşmış, Atatürk’e mal edilmiştir. Yukarıdaki sözlerde “Komünist gençler” yerine “İnkılapçı gençler” konularak, bir komünist işareti daha Türkçeleştirilmiştir. Türkiye’deki komünistlerin nasıl faal bir durumda olduklarına şu yukarıdaki misal kâfidir.

Müfteriler ve yalancılar Atatürk’ün bu nutku 6 Şubat 1933 tarihinde Bursa’da, Çekirge’deki Atatürk köşkünde o akşam şerefine verilen yemekte ve sofrada bulunan 13-14 kişiye söylediğini iddia ediyorlar. Fakat bu 13-14 kişiden tek isim veremiyorlar. Halbuki o tarihte Atatürk’ün yanından ayrılmayan arkadaşları Sayın Celal Bayar, Hikmet Bayur, Afet İnan, Falih Rıfkı Atay, Kılıç Ali, Hasan Rıza Soyak, Ata’nın Bursa’da böyle şeyler söylemediğini belirtmişlerdir. [Doğru değil bu yazdıkları / 26 Ağustos bloğu notu…]

Atatürk’ün yaverleri tarafından tutulan nöbet defterlerinde ise bugünlere ait şu cümleler vardır:

“5 Şubat 1933. Saat 5.00’teBilecik’e varılmış, otomobillerle hareket edilerek 7.30’da Bursa’ya varılmıştır.

6 Şubat 1933. Bugün Dahiliye ve Adliye vekilleri gelmişler. Akşama kadar Bursa’da meşgul olduktan sonra Mudanya’ya ve oradan Gülcemal ile İstanbul’a hareket edilmiştir.”

Bu resmi raporlardan anlaşıldığına göre, o akşam Bursa’da Ata’nın şerefine bir yemek verilmemiştir ki, sofrada böyle bir nutuk söylemiş olsun. Yani 6 Şubat akşamı Atatürk Bursa’da değil, Gülcemal vapuru ile İstanbul yolundadır.

Bu nutku komünistler, Türkiye’de girişecekleri bir ihtilal hareketi için şimdiden sebep diye hazırlıyorlar. Yarın “İnkılaplar elden gidiyor” bahanesiyle polise, jandarmaya, adliyeye, hukuka saldırmak için bu nutukla meşru bir yol aramaya çalışıyorlar. [Dinci gerici yobazların tipik kurnaz taktiklerinden biri daha / 26 Ağustos bloğu notu…

Halbuki bilmiyorlar ki, Türkiye’de inkılaplardan önce korunması gereken Türk milleti ve Türk devleti vardır. Çünkü devlet ve millet olmazsa inkılaplar hiçbir mana ifade etmeyecektir.

Türk milletinin bekası, Türk devletinin hayatı tehlikeye düştüğü an, Atatürk gençliğinin ve bütün milletin onu nasıl koruyacağını komünistler de, onların ağababaları da göreceklerdir.

Biz, Atatürk’ün Bursa Nutku’nu gerçek kabul edelim! Uydurma ve yalan olmasına rağmen “doğrudur” diyelim? Hatta bunda ısrar edelim! Sonra, Atatürk inkılaplarını da, Türk milletini de, hür, demokratik rejimimizi de kökünden kazımak isteyen komünistlere karşı bu nutkun icabını yapalım! Böylece “Türk âleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerdee ezilmeli!..” emrini yerine getirerek Ata’nın ruhunu da şad etmiş oluruz!..

Son Havadis – 18 Kasım 1966

Sayfa 122~124

EK: 13
ÜLKER’İN HÜSEYİN AYAN HAKKINDA SÖZLÜ SORUSU

Millet Meclisi Başkanlığı’na 15/12/1966

Aşağıdaki sorumun Milli Eğirim Bakanı tarafından SÖZLÜ olarak cevaplandırılmasına delalet buyurulmasını rica ederim.

Reşit Ülker
İstanbul Milletvekili

1- Atatürk’e ait olduğu bilinen ve muhakkak olan ve Türk Tarih Kurumu tarafından doğrulanan Bursa Nutku’nun bazen Atatürk Üniversitesi asistanlarından bazen de doçentlerinden olduğu bildirilen Hüseyin Ayan tarafından Stalin’e ait olduğu iddiası ileri sürülmüştür. Bu iddiayı bazı gazeteler ve kuruluşlar bir üniversite mensubu tarafından ileri sürüldüğünü de nazara alarak nakletmişlerdir.

2- Kaynak araştırıldığı zaman “Bir asistan bilenleri yardıma davet ediyor” başlıklı yazısında Hüseyin Ayan, 1951’de Bulgaristan’dan Türkiye’ye geldiğini, 1950’de Bulgaristan’da iken bir seminerde bir komünist idarecinin “Atatürk’e izafe edilen ve Bursa Nutku diye adlandırılan sözleri STALİN veya LENİN’e atfen -pek muhtemel olarak Stalin- Stalin veya Lenin olay karşısında komünist gençlere şöyle seslenmiştir.” “Bu sözleri Stalin veya Lenin’e, pek muhtemelen Sta-lin’e ait biyografi ve incelemelerde bulmak mümkün olacağı kanaatindeyim.” “Yukarıda sözünü ettiğimiz seminerdeki bu konuşmayı ve konuşanı hatırlayan arkadaşlarımın adresime yazmalarını…” “Halen Bulgaristan’da olan arkadaşlarımın da imkânları nispetinde Atatürk’e isnat olunan bu sözlerin STALİN veya LENİN’den hangisine ait ve yukarıda sözünü ettiğim eserlerin hangi sayfa ve sayılarında bulunduğunu, uygun buldukları yollardan bana bildirmelerini sonsuz sevgi ve saygılarımla istirham ederim” demektedir.

3- Hüseyin Ayan’ın gazetelerde ve dergilerde çıkan yazısından aynen aldığımız bu beyanlarla:

a) Hafızasında kaldığına göre Atatürk’ün içinde kendinden ve İnönü’den bahis geçen Bursa Nutku’na benzer bir nutuk söylendiğini ifade etmekte, konuşmayı ve konuşanı hatırlayanların kendisine bildirmelerini istemektedir.

b) Bu sözlerin Stalin veya Lenin’in olabileceğini, fakat kesin olarak hangisine ait olduğunu ve hangi kitaplarda bulunabileceğini bilmediğini, bu sözlerin Stalin’in mi yoksa Lenin’in mi olduğunu ve hangi kitaplarda bulunduğunun kendisine bildirilmesini istemiştir.

Böylece Atatürk Üniversitesi Asistanı veya Doçenti Hüseyin Ayan, bir bilim adamına yakışmayacak gayri ilmi ve gayri ciddi bir tutumla hiçbir bilimsel araştırma ve incelemeye dayanmaksızın Atatürk’e ait olduğu bilinen bir nutkun kendisinin de itiraf ettiği gibi Stalin’e veya Lenin’e mi ait olduğu hakkında kamuoyuna yanlış bilgi yaymıştır.

4- Türk üniversitelerinde bu namda bir asistan veya doçent var mıdır? Varsa Üniversiteler Kanunu’nun 3. maddesine göre Türk devriminin ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar yetiştirmekle görevli olan bir üniversite mensubunun Atatürk’le ilgili, milli, bu kadar önemli bir konuda bu kadar gayri ciddi ve gayri ilmi, hiçbir araştırmaya dayanmayan birtakım benzetiş ve zan ve tahminler üzerine kamuoyunu üniversite adını kullanarak yanıltması, Üniversiteler Kanunu’nun 46. maddesine göre “görevini uygun yolda yerine getirmeyen meslek vakar ve haysiyetine uymayan hareket” olarak üniversitece ele alınmış mıdır? Alınmışsa ne gibi kanuni işlem yapılmıştır?

pS7. Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi
Dönem:1 Cilt:17 Toplantı:3

Otuzbirinci Birleşim
23.1.1964 Perşembe

Soru 2. —  Cumhuriyet Senatosu İstanbul Üyesi Özel Şahingiray’ın, 1963 yılında kurulacak olan Sosyal ve İktisadi Araştırma Enstitüsüne, çocuklar için yapılan neşriyata ve Atatürk’e atfedilen bir beyanata dair sözlü sorusu ve Millî Eğitim Bakanı İbrahim Öktem’in cevabı (6/221)

BAŞKAN — Sayın Şahingiray? Burada.
Sayın Millî Eğitim Bakanı? Burada.
Soruyu okutuyorum :

Ankara, 13 Eylül 1963

Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla rica ederim.
C. Senatosu İstanbul Üyesi özel Şahingiray

… 3. Gerek Atatürk’ten Anektodlar diye çıkan bâzı kitaplarda, gerek Atatürk’le ilgili bâzı eserlerde tesadüf edilen “Mustafa Kemal Bursa’da cereyan eden
bir gerilik hareketine karşı Türk gençliğine demişti ki” başlığını taşıyan aşağıdaki sözleri ihtiva eden konuşmayı yapmış mıdır? Kimlerin yanında
yapmıştır? Hangi gazete, dergi veya başka bir neşir organında, o zaman neşredilmiştir? İnkılâp Enstitüsünde bu konuşmanın metni var mıdır? Tarihi
ve belgenin adı nedir?

“Mustafa Kemal Bursa’da cereyan eden bir gerilik hareketine karşı Türk gençliğine demişti ki,

Türk genci, inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demiyecektir. Hemen müdahale edecektir ve kendi eserini koruyacaktır.

Genç, polis henüz inkılâp ve Cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek fakat asla yalvarmıyacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Genç, düşünecek demek adliyeyi de ıslah etmek rejime göre düzenlemek lâzım diyecek. Onu, hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber… Meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemiyeeek… Diyecek ki, ben iman ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahalem ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve âmilleri düzeltmek de benim vazifemdir.

İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği.”

BAŞKAN — Buyurun, Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İBRAHİM OKTUM (Bursa Milletvekili) — Sayın Özel Şahingiray arkadaşımızın sorularına cevabımı arz ediyorum.

…  Üçüncü sorularına cevabımı arz ediyorum.

Atatürk’ün Bursa konuşması hakkında İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürlüğünden alınan bilgiyi aynen arz etmekle yetineceğim. Atatürk 6 Şubat 1933 tarihinde Türkçe ezan hâdisesi üzerine İzmir’den Bursa’ya giderken o zamanki İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Adliye Bakanı Yusuf Kemal Tenkirşek’i de oraya çağırıyor. Meselenin incelenmesi neticesinde Atatürk aynı tarihte Anadolu Ajansına resmî bir beyanat vererek “meselenin malhiyeti esasen din değil dildir” diyor. Ancak bu mesele üzerinde kendisinin adeti olduğu veçhile bâzı hususi konuşmalarının da olduğu o zaman Bursa muhitinde duyulmuştu. Bunun için Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsünde’ki bilgiler şöyledir:

1. Rıza Ruşen Yücel’in (ki kendisi gazetecidir) Atatürk’e ait birkaç fıkra ve hatıra adı altında yayınladığı 1947 tarihinde Atatürk’e atfen yazılan sözler yukardaki gibi değildir. 1947’de yayınlanan metnin sureti ilişiktir, okuyacağım. O zaman gazeteciler tarafından not edilen bu sözlerin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından gazetelere intikali önlenmiştir. Gerek Şükrü Kaya, gerekse Rıza Ruşen Yücel hayatta olmadıkları için bunları tevsik etmek mümkün olmamıştır.

2. Ancak aynı konuşmaya şahid olan yine, gazeteci Musa Ataş’tan edindiğimiz bilgiye göre bu sözler Atatürk tarafından söylenmişdir ve gazeteciler de mealen bunları not etmiştir. Buna ait vesikayı da birazdan okuyacağım efendim.

3. Yine Bursa’da o tarihte öğretmenler ve aydınlar arasında Atatürk’ün bu sözleri duyulmuş ve niçin biz de daha önce, yani Atatürk Bursa’ya gelmeden harekete geçmedik diye üzüntü duyduklarını ifade etmişlerdir. Bu bilgileri hulâsa olarak arz ederken enstitümüzde bu mesele ile ilgili dosyamızın istiyen muhterem zevatın tetkikına açık olduğunu bildirir saygılarımı sunarım.

Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü
Müdürü
Prof. Dr. Afet İnan

Rıza Ruşen Yücel, Atatürk’e ait birkaç fıkra ve hatıra, Şaka Basımevi, İstanbul, 1947, Sayfa 5.

“O akşam Çekirge yolundaki köşkte Atatürk’e bir yemek verildi, sofrada 13-14 kişi vardı. O günkü hâdiseden dolayı Atatürk’ün gönlünü almak üzere bu 14 kişiden birisi, efendim diye söze başladı, Bursa gençliği bu hâdiseyi hemen bastıracaktı. Fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü… devam edemedi. Atatürk bir işaretle sözünü kesti. Bursa gençliği de ne demek? diye biraz sert sordu. Memlekette parça parça, yer yer gençlik yoktur. Sadece ve toplu olarak Türk gençliği vardır. Sonra Türk gençliğinden ne anladığını şöyle tarif etti. Türk gençliği inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Onların lüzumuna ve doğruluğuna herkesten çok inanmıştır, rejim ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük, en büyük bir kıpırtı veya bir hareket duydu mu bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demiyecek; hemen müdahale edecektir. El ile taş ile sopa veya silâhla, neyi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalıyacaktır. Genç, polis henüz inkılâp ve Cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek, demek adliyeyi de islâh etmek ve rejime göre düzenlemek lâzımdır. Onu hapse atacaklar kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber bana, İsmet Paşaya, Meclise telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılması, kayrılmasını istemiyecek; diyecek ki, ben inan ve kanaatim icabı yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım, eğer buraya haksız alarak gelmişsem ve bu haksızlığı meydana getiren sebep ve âmilleri düzeltmek de benim vazifemdir. Atatürk gözlerini sof-radakilerin yüzlerinde dolaştırdı, işte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği dedi.

Bursalı gazeteci Musa Ataş “bu konu üzerinde Rıza Ruşen Yücel’in kitabında çıkan bir yazıdaki konuşma doğrudur, fakat o da mealen almış hepsini yazamamıştır, en derin saygılarımla. Musa Ataş”

Bu vaka üzerine Büyük Atatürk’ün yaptığı üç konuşmadan en mühimi olan Belediye Meclisi salonundaki gençliğe yaptığı hitabesinin yine gazeteci Musa Ataş’a atfen ifade ediyorum. Musa Ataş mealen hafızamda sakladım, diyor. Orada Atatürk gençliğe hitaben demişti ki, “bu hâdise mühim, fiilî bir hareket değildir. İrticai mahiyeti de yoktur. Fakat size şunu bildireyim ki, meşhur Menemen irticai hâdisesi inkılâplarımıza karşı yöneltilen bir hareketi önliyecek Türk gencinin mevcud olduğunu göstermiştir. Kubilây…” dedi, “genç ve idealist bir yedek subay, kendisini bu uğurda feda etmiştir, onu örnek alın. Her hangi irticai hareket olursa bunun karşısında daima siz bulunacaksınız. Çünkü inkılâplarımızı ve Türkiye Cumhuriyetini size emanet ettim. Hangi şartlar altında olursa olsun hiçbir Devlet kuvvetine dahi dayanmadan bunları siz koruyacaksınız. Alacağınız kuvvet bütün Türk Milletinindir. Böyle hareketlerde sizi pervasızca dahi olsun bunların karşısında görmek Türk Milletinin de en büyük inancıdır.” Bu konuşmadan sonra gençler Atatürk’ü hararetle alkışladılar, “yolundayız Paşam” dediler.

Atatürk ikinci konuşmasını Çelik Palas yanındaki bir yemek esnasında yaptı ve dedi ki:

Devletin jandarması vardır, adliyesi vardır, polisi vardır. Fakat yalnız buna güvenerek pasif kalmaması lâzımdır. Böyle hareketler karşısında daima gençleri önde görmek isterim. Gençlik inkılâplarımızın bekçisidir.

Üçüncü konuşmasını da bizimle yaptı, yani gazetecilerle. Üç gazeteci idik, bu bir din meselesi değil, irticai hareket de değil, bir dil meselesinden ibarettir.

Ara ederim.

BAŞKAN — Sayın Şahingiray.

ÖZEL ŞAHİNGİRAY (İstanbul) — Muhterem Başkan, muhterem senatörler …

… Üçüncü soruma geçiyorum.

1963 Millî Eğitim bütçesinde sorduğumuz ve cevabını almadığımız bu soruyu 1 yıl bekletmenizdeki gaye soru üzerinde ilgililere imkân vermek içindi. Bu soruyu buraya getirmekte gaye nedir?

Bizim gayemiz bu konuyu politikaya sokmak değildir. Ama Atatürk’e atfedilen sözlerin ona aidolup olmadığını millet kürsüsünden zabıtlara tescil ettirmektir. Bir tarihçi olarak bununla çok yakından ilgilenmek ve şu anda ifa etttiğimiz fonksiyon bakımından da bunu Millet Kürsüsüne getirmek zarureti karşısındayız. Biz Atatürk’ün konuşmalarını nerede bulabiliriz?

Atatürk’ün bütün konuşmaları biliyorsunuz ki, İnkılâp Enstitüsü tarafından toplanılmış ve “Atatürk’ün söylev ve demeçleri” ismi altında yayınlanmıştır. Bu konuşmalar 1906-1938 yıllarını içinde toplıyan bir kitap; ikinci 1918-1937 yılları arasındaki konuşmaları içinde toplayan 2 nci kitap; üçüncüsü de 1919-1938 yılları arasında yapmış olduğu konuşmaları içinde toplıyan bir kitaptır. Bir de Atatürk’ün “Büyük Nutku” vardır. Atatürk’ün konuşmalarının içinde toplandığını belirttiğimiz kitaplarda Atatürk’e atfedilen böyle bir konuşmaya tesadüf edilmemektedir.

“Atatürk’ten anektotlar” diye bir kitapta yer alan, Atatürk’e atfedilen böyle bir nutuk söylenmiş midir, söylenmemiş midir? Bunun üzerinde duralım. Böyle bir yemek verilmiş midir, verilmemiş midir? Atatürk Bursa’ya ne zaman gitmiştir ve Bursa’dan ne zaman ayrılmıştır? Bunları vesikalara istinaden gözden geçirelim.

Atatürk’ün o zamanki seyahatlarını ve ne yaptığını bize bildiren gazeteler vardır. Fakat, bunlardan daha mühim olan elimizde bir vesika daha vardır: Atatürk’ün yaverleri tarafından tutulan nöbet defteri. Nöbet defterlerinin bu tarihdeki sayfasını açtığımız zaman görüyoruz ki; Atatürk, 5.2.1933 tarihinde saat 5’te Bilecik’e varmış otomobille hareket edilerek 9,30’da Bursa’ya vasıl olmuştur. 6.2.1933 tarihine ait şöyle bir not var: Bugün Dahiliye ve Adliye Vekilleri gelmişler, akşama kadar Bursa’da meşgul olduktan sonra, Mudanya’ya ve oradan da Gülcemal ile İstanbul’a hareket edilmiştir. Atatürk 5.2.1933 gününü istirahatle geçirmiş her hangi bir yemeğe her hangi bir kimseyi kabul etmemiştir. Ve orada böyle bir yemek yenilme olayı olmamıştır.

Şimdi Hâkimiyeti Milliye Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi bütün bunların hepsi elimizde ve günü gününe, “1 Şubat 1933 yılında Reisicumhur Hazretleri İzmir’e gitmiş 1, 2, 3, 4 ncü günlerini İzmir’de tetkiklerde geçirmiş 5 nci günü Gazi ve İsmet Paşa Hazretleri Afyon’da mülâki olmuşlar ve Gazi Hazretleri Bursa’ya hareket etmişler.”

Bu metni okuduğumuz vakit şayet bizzat Atatürk tarafından söylenmişse gizli tutularak veya ihmale uğratılacak hiçbir tarafının bulunmadığı, tersine olarak şayet Büyük Atatürk böyle bir konuşma yapmışsa bunun millete ve özellikle gençliğe derhal intikal ettirileceği bir bedahet derecesinde meydandadır. İşte bizi tereddüde sevk eden ve bu kürsüde artık üzerine hakikatin ışığı tutularak, “evet”, veya “hayır”, şeklinde kesinleşmesi gereken önemli mesele budur.

Bursa 5 (A.A.) — Reisicumhur Hz. sabaha karşı saat 5’te Bilecik İstasyonuna gelmiştir, Bilecik ve Bursa valileri ve kumandanlariyle belediye reisleri tarafından karşılanmışlardır.

Gazi Hz. karanlığa rağmen otomobille Bursa’ya hareket etmişler ve saat 9,30 Bursa’ya muvasalat buyurmuşlardır.

Bursa 5 (Hususi) —  Gazi Hz. bugün akşama kadar köşklerinde istirahat buyurmuşlardır. Akşama doğru Vali Fatin Bey köşke gitmiş, Gazi Hz. tarafından kabul edilmiştir. Yemek yenilme olayı yine yok.

Bursa 6 (A.A.) — Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve Adliye Vekili Yusuf Kemal Beyler saat 13,30’da Bilecik üzerinden Bursa’ya geçmişler ve doğruca Gazi Konağına giderek Reisicumhur Hz. tarafından kabul buyurulmuşlardır.

Bursa 6 (A.A.) — Bâzı mürtecilerin ezan ve kametin Türkçe okunmasından dolayı 1 Şubat’ta sebebiyet verdikleri hâdise üzerine dün Bursa’ya teşrif eden Reisicumhur Hz. bu ana kadar mesele ile meşgul olmuşlardır. Bugün kendilerine iltihak eden ve hâdisenin Hükümet namına tetkiki ile meşgul olan Adliye ve Dahiliye Vekilleri de öğleden sonra müzakerelerde bulunmuşlardır. Bursa’dan ayrılmadan evvel Gazi Hz. Anadolu Ajansına şu tebliği yapmışlardır.

“Bursa’ya geldim. Hâdise hakkında alâkalılardan malûmat aldım. Hâdise haddizatında fazla ehemmiyeti haiz değildir. Her halde cahil mürteciler Cumhuriyet Adliyesinin pençesinden kurtulamıyacaklardır. Hâdiseye dikkatimizi bilhassa çevirmemizin sebebi, dini siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmiyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır. Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Katî olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin Millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas olacaktır.” Atatürk’ün hâdise dolayısiyle yapmış oldukları demeç budur. Bursa’da Atatürk bundan başka bir konuşma yapmamıştır. Şimdiye kadarki elimizdeki vesikalar bize buna dair en ufak bir ip ucu dahi vermemiştir.

BAŞKAN — Müddetiniz bitmiş, üç dakika da geçmiş bulunuyor.

ÖZEL ŞAHİNGİRAY (Devamla) — Muhterem Senatörler, Devlet içinde bir nizam kurduğunu iddia eden ve bu iddianı tahakkuk ettiğini 10 uncu yıl nutkunda bütün dünyada ifade eden, bir Devlet Başkanı hele Atatürk gibi bir Devlet Başkanı kurduğu ve başında bulunduğu Devlet kuvvetlerine karşı gelinmesini teşvik edebilir mi?

Atatürk’e atfedilen sözlerin lütfen dikkatle okunmasını ve mânalarının ne anlamlara geleceği üzerine eğilinmesini bilhassa rica ediyorum. Kendisinin bizzat kurmuş olduğu nizamların, yapmış olduğu inkılâpların ışığı altında adalet de, idare de ona göre işlemektedir. Bütün bunlar Atatürk’ün yeni kurduğu nizamın düzeni içerisindeki bir idaredir.

Bu bir vâkıa iken Atatürk, o sözleri nasıl söyliyebilir? Kaldı ki, Atatürk’ün o zaman yanında bulunanların hatıralarına müracaat edildiği zaman ki, bunların mektupları İnkılâp Enstisüsünde mevcuttur. Böyle bir hitabenin yazıldığı hatırlanmamaktadır. Yine kaldı ki; Atatürk, hâdise için milletine söylemek istediğini Anadolu Ajansı ile bildirmiştir. Asıl kaynak bulununcaya kadar Atatürk’e atfedilmiş olan bu sözlerin bir uydurmadan başka bir şey olmadığını buradan tekrar ifade eder, hepinizi hürmetle selâmlarım. (Sağdan, alkışlar)

BAŞKAN — Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İBRAHİM ÖKTEM (Bursa Milletvekili) — Yüksek saygı değer senatör bayan arkadaşımızın konuşmalarını zevkle dinledim …

… Üçüncü sorularının konusunu teşkil eden Atatürk’e ait yahut ona atfedilen sözlerin söylenmediği konusundaki görüşleri gerçeğe ne derece uygun, ne derece uygun değildir, hususu bendenizin idrakim ve anlayışım dışındadır. Onun için özür dilerim.

ÖZEL ŞAHİNGİRAY (İstanbul) — Vesikalar var.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İBRAHİM ÖKTEM (Devamla) — Müsaade buyurun hanımefendi; benim bilebildiğim kadar Yüksek Senato Büyük Millet Meclisinin bir organı olarak teşriî denetim ifa eden bir müessesedir. Burası tarihî vesikaları değerlendirme müessesesi olmaktan uzaktır. (Sağdan, “öyle değil” sesleri.)

BAŞKAN — Müsaade buyurun efendim. Fikirlerini söyliyecekler ve karşılıklı konuşma yoktur.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İBRAHİM ÖKTEM (Devamla) — Soruları gayet kesindir. Atatürk’e atfedilen bu sözlerin söylenip söylenmediğinin ve bu konuda neşrolunan şeylerin gerçeğe uygun olup olmadığının sorulmasıdır. Biz de bunu ilgili Tarih Kurumuna havale ettik. Tarih Kurumunun verdiği vesikaları burada, yüksek ıttılaınıza arz ettik. Muhterem hanımefendi, görüyorum ki, bu konu üzerinde hassastırlar; mukabil bir tezleri olabilir. Bu ilmî bir araştırmadır. Bu ilmî araştırmayı memleket efkarına maleder. Üniversitelerimiz, ilmî kurumlarımız, enstitülerimiz vardır. Her sene bir defa kongresini yapmakta bulunan bir Dil Kurumumuz vardır. Oraya götürürler bu tezlerini, orada savunurlar, gerçeklere uygun ise kabul edilirler. Kendilerine Türk kültürü adına müteşekkir bulunuruz. Şu dakikada bendeniz bunu cevaplandırmak mevkiinde değilim. Yalnız usul bakımından bu gibi konuların Yüksek Senatonun da denetimi konusu içinde olmadığı nâçiz kanaatindeyim.

Kendilerinin burada tek taraflı olan ifadelerini tarihî bir gerçekmiş gibi de tesbit ve kabul ettirmeye kalkmalarını da özür dilerim pek anlıyamıyorum. Yalnız Sayın Bayanın Atatürk’e atfedilen ve bugün halen yaşamakta bulunan herkesin çok iyi tanıdığı ve şunu da arz edeyim; şu dakikada hiçbir partiye mensup bulunmıyan, bundan evvel Demokrat Parti mensubu bulunan Bursalı gazeteci Musa Ataş bütün bunların hepsini not eden adamdır, günü gününe. Ve Musa Ataş’la beraber o günün hâdiselerine şahidoldum, birçok kıymetli Bursalı hemşehrilerimi tanımışımdır. Onlar bana Atatürk’ün bu konuşmalarını hem Çelik Palastaki, hem de belediyedeki konuşmalarını anlatmışlardır. Ama bu bir anlatıştır. Hiç şüphesiz bunun da bir vesika değeri olduğunu iddia edemem.

Şimdi bendeniz nüfuz etmeye çalıştığım, bu tesbit hadisesiyle sayın arkadaşımız hangi neticeyi elde etmek istiyorlar? İtiraf edeyim ki, buna nüfuz etmem mümkün olmadı. Ama, ne olursa olsun değeri büyük olabilir tarihî bir tezdir. Bunu lütfederler, alâkalı kurumlara götürürler orada münakaşasını yaparlar. Nitekim, Türk Tarih Kurumu Başkanının yazısının son kısmını da arz ettim. Kendileri de iddia sahibidirler; bu kurulun başında olan sayın profesör. O da diyorlar ki, bütün dosyalarımız emirlerine amadedir. Arzu ederlerse gelip burada tetkik edebilirler. Ellerindeki vesikayı giderler karşılaştırırlar. Bu bir ilmî kongrede veyahut ilmî bir tez mahiyetinde müzakere edilir. Ama, bendeniz, siyasi bir makam olarak bunun cevabını; hanımefendinin vesikası mı, yoksa Tarih Kurumunun beyanı mı doğrudur? Bunu ölçerek bir taraf tutacak durumda değilim. (Alkışlar, bravo, sesleri) Saygılarımla.

BAŞKAN — Soru görüşülmüştür.

Tutanağın orjinalini .pdf formatında okumak için tıklayınız.

pS8. Sayfa 118~122

EK: 12
ÜLKER’İN MECLİS’TE BASIN TOPLANTISI

Ülker, Demirel’in Bursa Nutku’nun şüpheli olması yolundaki beyanlarına cevap veriyor.

AP Genel Başkam Demirel, 27.11.1966 günü AP Büyük Kongresi’nde söylediği nutukta Atatürk’ün Bursa Nutku’nun “karışıklıklara yol gösteren devlet anlayışını, kanun hâkimiyetini, asayiş ve inzibat fikrinin yıkılmasını tavsiye eden” “Atatürk’e nispeti son derece şüpheli” bir nutuk olarak nitelendirmiş ve Atatürk’e ait olduğunun ispatını istemiştir.

Ülker, yaptığı basın toplantısında şöyle demiştir:

Başbakan’ın bu görüşü yeni ve orijinal bir görüş değildir. Adalet, Son Havadis, Yeni İstiklal, Türk Kültürü gibi gazete ve dergilerde Atatürk’ün nutku yalnız şüpheli olarak değil, “Stalin’in nutku” olarak takdim edilmiştir.

Böylece bu yayın araçlarıyla Demirel’in görüşleri arasında hemen hemen tam bir beraberlik vardır. Hepsine birden cevap veriyorum.

ATATÜRK BURSA NUTKU’NU SÖYLEMİŞTİR

Atatürk, bu nutku 1933 senesi Şubat ayının 6’sında, Bursa’da Çekirge yolundaki köşkte, akşam yemeğinde söylemiştir. Nutkun tam metni de Bursalı gazeteci Rıza Ruşen Yücer tarafından tespit edilmiştir. Gene gazeteci Musa Ataş ile gazeteci Nizamettin N.Tepedelenlioğlu bu toplantıda bulunmuşlar ve Rıza Ruşen Yücer’in not olarak tespit edip yayımladığı Bursa Nutkunu muhtelif tarihlerde doğrulamışlardır. Yetkili uzmanlardan kurulu ve Atatürk’e ait pek çok bilgiye sahip Türk Tarih Kurumu da nutkun Atatürk tarafından söylendiğini bildirmiştir. Başbakan, daha neyin ispatını istemektedir, yoksa Atatürk’ün kalkıp evet bu nutku ben söyledim demesini mi arzulamaktadır?

NUTUK HANGİ ŞARTLAR ALTINDA SÖYLENDİ

Başbakan, nutkun hangi şartlar altında söylendiğini öğrenmek istemektedir. 1933 senesi 1 Şubat’ında ezanın Türkçe okunması sırasında çıkan bir olay üzerine, savcının, sulh hâkiminin, müftünün görevlerini tam yerine getirmemeleri karşısında bu şahıslara işten el çektirilmiş, Atatürk İzmir’den Bursa’ya son hızla gelmiş, işe el koymuş ve ondan sonra bu nutku söylemiştir.

“Polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir”den kasıt bunlar rejime karşı vazifelerini yapmayabilirler anlamınadır. Ve vazifesini yapmayan ve işten el çektirilen memurlarla doğrudan doğruya ilgilidir.

EK OLARAK SÖYLENECEK SÖZLER

Bu kesin ve açık gerçeklere ilave olarak,
a) Bu nutuk, 1947’de yani CHP iktidarı devrinde yayımlanmış, ne itiraza uğramış ne de hakkında takibat yapılmıştır.
b) Bu nutuk Ankara’da Ziraat Fakültesi’nin cephesinde Atatürk heykelinin arkasındaki taşlar üzerinde yazılıdır.
c) 21 Temmuz 1949’da İzmir’de Ankara Palas salonlarında Demokrat Parti İl Kongresi’nde Şeref Balkanlı’ya Celal Bayar tarafından “Atatürk’ün Bursa’da söylediği tarihi nutuktur” diye verilerek okutturulmuştur.
d) Bu nutuk, tespit edilmesi mümkün olmayacak derecede çok yerde yayımlanmış ve hiçbir takibat görmemiştir.
e) 1958’de Nurcuların irticai hareketleri ve bütün gazeteleri tehdit etmeleri üzerine Ulus’ta yayımlanmış, Ankara Savcılığı bu yayın hakkında soruşturma açmış fakat Menderes’in 1949’da İzmir Demokrat Parti Kongresi’nde okunduğu halde, takibat yapılmadığını öğrenmesi üzerine, soruşturma durdurulmuştur.

NUTUK, ANARŞİ YARATMAK İÇİN DEĞİL;
DEVLETİN TEMEL NİZAMINI, REJİMİ, CUMHURİYETİ VE DEVRİMLERİ KORUMAK İÇİN SÖYLENMİŞTİR.

Önce şunu belirtelim ki, Sayın Demirel, Bursa Nutku’nu iyice okumamışlardır. Okumuş olsalardı, anarşiyi teşvik eden bir nutuk olarak kabul etmezler ve inkârında fayda ummazlardı.

Nutuk, “Türk genci inkılapların ve rejimin sahip ve bekçisidir” diye başlamaktadır. Öyleyse, her olayla ilgili bir nutuk değil, yalnız ve yalnız rejim ve devrimlerle ilgili bir nutuktur. Rejim ve inkılaplar anayasamızda yer almışlardır. Nutuk, anayasanın temelini koruyan bir nutuktur. Anayasa nasıl anayasa kurumlarının korunmasına ve bunlara ilaveten Türk vatandaşlarının uyanık bekçiliğine bırakılmışsa, rejimin ve devrimlerin korunması da her Türk vatandaşının tabii vazifesidir.

Atatürk, rejimin ve devrimlerin yetkili kurumlar tarafından korunmasında ihmal gösterildiği zaman Türk gencinin ve bütün Tüklerin ne yapması lazım geldiğine işaret etmiştir. Bu şartlar gerçekleşmeden herhangi bir vatandaşın kendini devlet yerine koyması asla mümkün olamaz.

Başbakan, bu nutku her okuyanın her istediğini yapabileceği manasına anlıyorlarsa, bu endişe esassız ve yersizdir. Ama; böyle değil de, özellikle devrimlerin ve bilhassa laikliğin çiğnenmesine memlekette Nurculuk gibi şeriat düzeni getirmek ve milleti bölmek isteyen hareketlere biz göz yumuyoruz. Bu nutuk bu bakımdan bize zarar verecek bir nutuktur anlamında düşünüyorlarsa, bunda yerden göğe kadar haklıdırlar. Gerçekten bu nutuk, rejim ve devrimlerin korunması için söylenmiştir.

OYU KORUMAK İÇİN EVET,
DEVRİMLERİ KORUMAK İÇİN HAYIR

Başbakan, aynı konuşmasında “Oy sahibi vatandaş, oyunu namusu gibi, ırzı gibi korumalıdır. Bu, milletin direnme hakkıdır” demektedir ve anayasanın Türk vatandaşlarının uyanık bekçiliğinde olduğunu söylemektedir.

Gerçekten de bu böyledir. Anayasa bütünüyle Türk vatandaşlarının uyanık bekçiliğindedir. Oyla gelenlerin yerlerinde kalmalarını sağlamak için direnme hakkı ve uyanık bekçilik kabul edilecek, fakat aynı anayasanın korumakla görevli olduğu temel düzeni olan laik ve devrimler yok edilirken, uyanık bekçilik ve direnme hakkı kabul edilmeyecek. Başbakan’ın söylediği budur. Başbakan bu sözleriyle bir taraftan Bursa Nutku’nun anayasaya ve kanunlara uygun olduğunu ifade ettiği halde, öbür yandan kendi işine geldiği şekilde anlamlar çıkarmaktadır. Bursa Nutku tabii hukuka, insan tabiatına ve anayasamıza ve Atatürk’ün başta Büyük Nutuk olmak üzere söylediği bütün söz ve nutuklarına uygundur. Atatürk’ün nutku yok edilemez ve edilemeyecektir.

28/11/1966
İstanbul Milletvekili
Reşit Ülker

pS9. EK: 14

TÜRK TARİH KURUMU’NUN
BURSA NUTKU HAKKINDA KARARI

“Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu’nun 24 Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova Asliye Hukuk Hâkimliği’nin 27/9/1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Atatürk’ün Bursa Nutku ile ilgili sözlerin üzerine gerekli incelemeler yapılmıştır. Bu incelemeler sonunda bu sözlerin Atatürk’ün 1933 Şubat’ında Bursa’da yaptığı konuşmadan mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliği ile varılmıştır.”