Unutturulan batan ekonomi ve patlayan diplomasi.
05.11.2013
Türban Darbesi !
Chp’de türbana tepki veren kadın vekiller kimler?
Emine Ülker Tarhan, partisine rağmen mücadelesini sürdürüyor.
Birgül Ayman Güler, faşistlikle suçlandığında partisi sahip çıkmamıştı.
Dilek Akagün Yılmaz, CİA ajanını deşifre ettiği için partisince sorguya çekilmişti.
Bu isimler gerek görsel gerek yazılı gerekse sözlü olarak dosdoğru DURUŞ sergilediler.
Şavak Pavey de ‘kendince’ düzgün bir konuşma yaptı.
Ne var ki günlerdir konuşmasının içeriği değil; onun geçmişi kamuoyunu işgal ediyor.
Çirkin ve yalan ve ‘kasılı-güdümlü’ haberlerle toplumun kafası karıştırılıyor. Bir taraf intihar etti diyor, bir taraf birinin hayatını kurtarmaya çalıştı diyor, falan filan. Oysa avukatı çıktı ve İsviçre mahkemelerinin kayıtlarından yaşananları anlattı. Ne intihar var ne biri için canını tehliye atmak.
Pavey, 2012 Mart ay’ında Abd’de ödül alıyor, aynı ay Ricciardone’nin verdiği resepsiyona Kılıçbalığı ile birlikte katılıyor. Kimler var başka orada? Ex-cemaatçi Nedim, ‘hepimiz ermeniyiz’ci R.Dink, Sırrı sapık, has.. Kaplan, freeman mızıkçıları mübarek.
Haziran 2013’te davetli olarak gittiği İngiltere’deki Bilderberg toplantısında ‘konu mankeni’ olarak yeralıyor. Neden konu mankeni? Çünkü RTE’ye dahi emir veren bebekyüzlü, görünümde masumiyet timsali ‘esas oğlan’ gizleniyor. Pavey’in yanındaki gazeteci ‘yedik içtik‘ diyor. Sanki Boğaz’da kıtlık Gölbaşı’nda kıran varmış gibi.
Kaza sonrası kampanyalar düzenleniyor. (Babuna deneyimini de andırmıyor değil yaşanan süreç.) Örneğin, Yılmaz Erdoğan’ın BKM’si “Şafak Pavey’in şahsında ACIYA DİRENİŞ” için oynuyorlar. Başka yerde podyuma çıkartılıyor. Receble Eminanım, Pavey’i hastanede ziyaret ediyor. Ne var bunda? Doğru, birşey yok. BJK yönetimi de ziyaretine gidiyor, gayet olağan şeyler. Neyse işte, Pavey, Tayyip gibi assolistlerle birlikte düğüne de katılıyor. Fetullah Gülen’in iftar yemeğinde yine Pavey var.
Ama çelişkiler de var.
Paul Pavey’in önismi Aleksander olarak geçiyor, bir yerde ise Arthur deniyor.
İsviçre’den Paul davet alıyor, Şafak da peşinden gidiyor. Yine başka bir kaynakta, birkaç aylık iş teklifini doğrudan Şafak’ın kendisinin aldığı belirtiliyor.
Ne var bunlarda? Birşey yok, yalnızca öyle basit konuların nasıl böyle arapsaçı misali karmaşıklaştırıldığı kafaları kurcalıyor, o kadar.
(İngiltere’de Pavey soyadlı bir aile var, kelalaka elbette ama not olarak kayda geçelim, belki ileride gerekebilir: O ailenin reisi Pavey, İngiltere Musevilerinin Haham’ı.)
2003 yılında Beyoğlu’nda dayak yediği haber gazetelerde yer alınca Pavey’in İngiltere’de eğitim gördüğü öğreniliyor. Ayrıca 2000 yılında Akdamar adasındaki kilisenin restorasyonunu organize ediyor, kızlardan oluşan Türk ve Ermeni gençlerine öncülük ediyor.
Milliyet gazetesindeki bir röportajda şunlar yazıyor:
“… London School Economics Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Yüksek Lisans yaptı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği bünyesinde, Orta Avrupa Bölge Sözcülüğü, Engelli Hakları Sözleşmesi Sekreterya Başkanlığı, Cezayir, Sahra, Mısır, Yemen, Suriye, Afganistan, İran ve Lübnan Dış İlişkiler Temsilciliği gibi görevlerde bulundu. Kitaplar yazdı, filmler çekti. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca ve Farsça yetmedi, uluslararası işaret dilini de iyi derecede konuşmayı öğrendi. 2011’de CHP İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e girdi. Halen TBMM’nin en aktif ve en sempatik vekillerinden biri. Hayat dolu… Gülmediği bir fotoğrafını bulmak bile zor.”
Aynı röportajdan yine:
“İsviçre’de iken Tunceli’deki bir askeri birlikten bana bal gelmişti. Bu balı yediğimde yaralarımın çabuk iyileşeceğine inanıyorlardı. Çok duygulanmıştım. Döndüğümde onları ziyaret etmek istiyordum. Ancak o birlik bombalandı. Tüm askerler öldü. Savaşın korkunçluğunu bir kez daha yaşadım ve nefret ettim.”
O askerler, bizim askerlerimiz değil mi? Ama şehid demiyor ve savaş ifadesini kulanıyor. Sebebi, annesi tarafından bu düşüncelerle yetiştirilmiş olmasından kaynaklanabilir.
Şafak’la ilgili başka haberler de var arşivlerde, iyisi mi biz onu ‘yetiştiren’ annesine göz atalım.
Evet, gazeteci Ayşe Önal, pek bilinmeyen fakat ilginç ‘nokta’larda karşımıza çıkan bir isim.
Veli Küçük, Tuncay Güney ile birlikte ismi geçiyor. (Merak eden ilgili haberleri açıp okuyabilir. Biri diğerine öteki berikine laf atıp duruyor.)
Devlet Bakanı Güler İleri, basın müşaviri Ayşe Önal, yıl 1991.
1993’te ‘Nokta’ dergisinin muhabiri iken, Füsun Çelik ile beraber, PKK’nın Amed kampını ziyaret ediyor. Derginin manşeti: “Pkk’nın rehin aldığı üç askeri kurtardık.”
Bir başka haberde (18/1/93, Milliyet) Cansu Akbel, Önal’ı tanıtıyor: “Körfez Savaşı’nda Bağdat’a giren ilk kadın gazeteci olan, Aralık ayında da bir haftalık yürüyüşle Hani Dağlarındaki PKK kapmına girerek üç askeri kurtaran gazeteci Ayşe Önal.”
1994’te Uğur Çakıcı, ‘Nokta’ dergisinin g.yayın müdürü Önal’ı vuruyor ki bir karmaşık mesela daha. Önal başka türlü anlatıyor, Çakıcı ise bambaşka: “Bir ay Apo’nun yanında kaldım diyor, Türklüğe hakaret edince sinirlendim. Öldürmek istesem öldürürdüm…”
Yazdığı bir kitaptaki öyküleri Kürtlerle Dans oryantalizmini akla getiriyor. (Türk askerini, eşlerinin yaşamlarını dahi örnekseyerek, aşağılıyor.)
Sanki bir Elif Şafak portresi ya da Orhan Pamuk misali ile karşılaşıyoruz.
Öyle enteresan bir kişilik ki İngiliz vatandaşı Önal, Milli görüşçüler onu, aynen Hatemiler gibi, milletvekili yapmayı dahi düşünüyorlar. Bu yakınlığı (Kaderin garip cilvesi midir, nedir) şu sözlerle açıkılıyor: “Başörtüsü konularında sıcak mesajlar verdiğim için sıcak davranıyorlardı.”
Her neyse işte, tüm bu gerekli-gereksiz ayrıntıları yazmamın asıl sebebine geliyorum:
ATATÜRK İLKE ve CUMHURİYET DEVRİMLERİNE karşılık, 1 Kasım 1922’nin de ayrıca rövanşı alınırcasına, LAİK DEMOKRATİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nde bir KARŞI-DEVRİM YAPILDI:
– TÜRBAN DARBESİ !..
Nasıl ki Esad röportajında (ki sıraya girmişti provakatör Dündarlardan büyüğü) kamuoyu saptırılarak konuşmanın içeriği unutturulup haftalarca Y.Özdil gündemi işgal etti ise; türban meselesinde de benzeri yaşanıyor.
Emine Ülker Tarhan mükemmel konuştu, nerede?
Dilek Akagün Yılmaz, Birgül Ayman Güler, neredeler?
Hatta Pavey’in açıklamalarının ‘içeriği’ nereye kayboldu?
Varsa yoksa günlerdir geçmişi, bilmem nesi, filan falan. (Tüm dünyanın takip ettiği Esad o röportajda neler anlattı, kimin aklında hangi cümleler kaldı, bilemem. Ancak Y.Özdil’in ne dediğini hatırlayanların sayısı herhalde daha fazladır. Bu şahsi düşüncemdir elbette, kimseyi bağlamaz.)
Merak edilen sorulardan biri de şu: Kılıçbalığı, başka isim yokmuş gibi neden Pavey’i öne sürdü? Sonuçta Chp’li diğer kadın vekillerin ‘önemli’ açıklamaları, görsel-yazılı-sözlü çıkışları arkaplana iteklendi.
Sanırım meseleye dair en hatırda kalan tarihi vurguyu Hasan Basri Özbey yaptı. (Yerden göğe kadar haklı olduğu tepkisinin devamında daha birleştirici bir üslup kullanabilirdi.)
Sözün sonu:
Boyun Eğme Türkiye !
ATATÜRK’te birleşmek dileğiyle..
pS1. Şafak Pavey’in özgeçmişinde babasından nedense söz edilmez. “Baba adı Şahin” deyip geçilir, geçiştirilir.. Meraklıları, Şafak’ın web’deki görsellerine bakıp linkte yeralan resmin bakışları ile karşılaştırabilirler.